el-fethu’r ruh rİsale-1

12
1 www.facebook.com/fethurruh

Upload: halilurrahman

Post on 30-Mar-2016

274 views

Category:

Documents


14 download

DESCRIPTION

Şeyh Ahmet Yasin El Buhari El Bursevi k.s hazretlerinin yazdığı muhteşem eser Fethu'r Ruh,şimdi online olarak sizinle. Fethu'r Ruh Sayın Ahmed Yasin El Buhari El Bursevi hazretlerinin sohbetlerinin derlenmesinden meydana gelen güzel bir eser. İtikad,ibadet,ahlat ve tasavvufi konular hakkında faydalı bilgiler içermektedir. 3 risaleden oluşan eserde Tarihçe-i hayat bölümünde bazı veli,sufi,müctehid,alim ve nebi ve resullerin özgeçmişleri kısaca anlatılır.Tasavvuf terimleri sözlüğünde ise tasavvuf sahasında kullanılan kelimeler ve anlamları vardır. Okuyup faydalanılması ve örnek hayatları zikredilen İslam alimlerinin ve tasavvuf büyüklerinin feyiz ve bereketlerine kavuşulması dileğiyle...

TRANSCRIPT

Page 1: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

1

www.facebook.com/fethurruh

Page 2: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

2 3

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

Page 3: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

4 5

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

Page 4: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

6 7

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

AKÂİD

Bismillâhirrâhmânirrâhîm.

“Allâhümme salli ve sellim alâ seyyidinâ ve nebiyyinâ Muhammed.Allâhüm mağfirlenâ hatayanâ ve eclibnâ ilâ muhabbetike ve muhabbeti evliyâike verzuknel tevfike ve’l-istikâmete alâ dinike ve teâtik birahmetike yâ erhâmerrahimîn.”

Bugünkü Cuma Sohbeti’mizde,özellikle akâid (1) üzerine konuşmaya gayret edeceğiz.Mü’min kardeşlerim unutmamalıdır ki;yarın Allâh-u Teâlâ’nın huzuruna varıp da ikrâmlara nâil olabilmek –ancak- doğru bir itikâda (2) ve güzel bir amele (3) bağlıdır.Bilindiği üzere,hicrî 15. asrın başlarında gerek İslâm dünyasında gerekse ülkemizde bir sürü bid’atlar (4) ortaya çıkmıştır.Bid’atlar sebebiyle bin bir çeşit sapıklıklar zuhûr etmiş,Müslüman din kardeşlerimizin zihinleri bulandırılmıştır. Âhir zaman diye anılan günümüzde “Ehl-i Sünnet” meselelerinde hizmet etmek ve bid’at cereyanlarına karşı savaşmak,en başta gelen dini hizmetlerdendir ki; böylesi bir hizmet bütün ibâde-tlerin üstünde olsa gerek.Bizlerin vazifesi bid’atların ortadan kaldırılması,Hakk’ın anlatılması, Müslüman kardeşlerimizin kötülüklerden sakındırılarak doğruyu bilmelerine ve bildikleriyle amel ederek doğruyu yaşamalarına vesile olunmasıdır. Ehl-i Sünnet’i bırakarak bid’at ve delâlet sokaklarına sapmak,günâh-ı kebâirden yani büyük günahlardandır.Kebâir günahları işlemek,İslâm âlimlerinin %30’una göre insanı dinden dahi çıkarır. Âlimler-imizin %70’ine göre büyük günah insanı dinden çıkartmaz,onu küfre sokmaz;lâkin büyük günahkâr olmasına sebebiyet verir. Günâh-ı kebâire bulaşanlar “…Yarın muhakkak azâbı çekecekler”dir. Elhamdülillâh Müslüman’ım diyen kardeşlerimizin -kendilerini- büyük günahlardan sakındırmaları icap eder. Birbirimizi bu mevzûuda uyarmak,bütün Ümmet-i Muhammed’in selâmeti açısından çok önemli bir vazifedir.Ehl-i bid’at ve delâlet -bundan memnun olmayıp- feci bir şekilde gocunsalar da Allâh’ın (c.c.) selâmı,rahmeti ve bereketi,hidâyete tâlip olanların üzerelerine olsun.Ne mutlu o insanlara ki; Allâh’ın (c.c.) ve Resûlü’nün (s.a.v.) razı olduğu inanç ve amellerin yolundan hareket ederler. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir hadîslerinde meâlen:“Ümmetim 73 fırkaya bölünecektir.Biri müstesnâ,bu fırkaların hepsi cehenneme girecektir.” buyurmuşlardır.Bu uyarıyı duyan Sahâbe-i kirâm hemen Resûllah Efendimiz’e (s.a.v.)sormuşlar: “Yâ Resûlullah!Bu kurtulacak olan Fırka-i Nâciye(5) hangisidir?” “Benim ve ashâbımın yolundan gidenlerdir…”“Yani bizim gibi inanıp bizim gibi amel işleyenler...İşte kurtuluşa erecek olan Fırka-i Nâciye budur” buyurmuştur Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz.Bu hadîs-i şerîfi,büyük âlimlerden Ümmü Mecra (r.a.) Hazretleri çok kıymetli kitabında da zikretmiş ve aynen böyle yazmıştır.Bazı bid’at ve delâlet fırkalarının propagandalarına kapılmış olan insanlar,maalesef câhil ve gâfil davranan insanlardır.Bu hadîs-i şerîf için “Aslı yoktur,mevzudur(6)” demeleri aynı zamanda büyük bir hatadır ve büyük bir yalandır.Çünkü bu Hadîs-i Şerîf,Ebû Dâvûd(7) ve Dârimî(8) gibi büyük

(1) İmân esaslarını anlatan ilim dalı.İslâm Dîni’nde inanılacak şeyler,îmân bilgileri.Kur’an ve sünnet ışığında İslâm Dini’nin îmân esaslarından sistemli bir şekilde bahseden düstûrlar.

(2) İnanç,gönülden bağlanma.

(3) İş,ibâdet. ”Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur.” (Hadîs-i Şerîf-Buhârî,Müslim)

(4) Peygamberimizin ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da,dinde sonradan meydana çıkarılan,uydurulan söz, yazı,usûl ve işler,reformlar. ”Dinde yeni ortaya çıkan

şeylerden kaçınınız.Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid’attir. Bid’atların hepsi dalâlettir.Yoldan çıkmaktır.” (Hadîs-i Şerîf-Ebû Dâvûd)

(5) İslâm Dîni’nde doğru îtikât üzere olanlar.Peygamber Efendimiz ve Eshâbı’nın ve bu büyüklere tâbi olan Ehl-i Sünnet âlimlerinin yolunda bulunanlar.Ehl-i Sünnet Ve’l-

Cemâat.”Ehl-i Sünnet’e uymadan kurtuluş imkânsızdır.” (İmâm-ı Rabbânî)

(6) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) adına hadîs diye uydurulmuş yalan söz veya zayıf hadîs.

(7) Hicri 275 / 888’de Basra’da öldü ve orada defnedildi.Tam adı Süleyman b. Eş’as es-Sicistani olup, künyesi olan Ebû Dâvûd’la meşhur olmuştur.Kütüb-i Sitte’den üçüncüsü ve ünlü “4

Sünen” kitabının birincisinin müellifidir.İlmi,irfanı

hadîs imamları tarafından da rivâyet edilmiş olan sahîh bir hadîs-i şerîftir.Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Hadîs-i Şerîf’te söyledikleri günümüzde aynen zuhûr etmiş;Müslümanlar bir sürü fırkalara ayrılmış,bölünmüş ve hepsi derece derece sapıklık içerisinde kalmıştır.Müstesnâ yol ve kurtulacak olan tek fırka ise “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat İtikâdı” dır.Bu itikâd mensupları, akâit ile ilgili dinî hükümlerde iki öndere yani imama tâbi olmuşlardır. Bunlar İmam-ı Mâtürîdî (9) ve İmam-ı Eş’arî (10) Hazretleridir ki,itikâtta bizim akâit imamlarımızdır. Onların çizmiş olduğu kanunlara göre hepimiz taklîdî (11) olarak iman ederiz. Amellerimizin neticesi olarak Rabbü’l-Âlemin bizi inşallâh tahkikî (12) îmâna geçirir. İmamların arasında aslında hiçbir ihtilâf yoktur.Sadece birkaç küçük mânâda ayrılıklar olmuşsa da,birbirlerini hiçbir zaman dinsizlik ile veya küfürle ithâm etmemişlerdir. Ehl-i Sünnet İnancı içerisinde olanlar, amelî uygulamalarda ve ibadetle ilgili dinî hükümlerde dört büyük imama (13) tâbi olmuşlardır. Bizim mezhebimizin(14) imamı, İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe Hazretleri’dir.Bu dört imam,mutlak surette müçtehîd(15) olup Allâh’ın (c.c.) kitabından ve Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) sünnetinden hüküm çıkarmaya ehliyetleri vardır.Bu dört büyük muhterem zâttan başka -yine- onların çağında yaşamış ve hakîkaten mutlak surette müçtehît olan çok sayıda İslâm âlimi gelmiştir.Asr-ı Saâdet’te(16) mezhep yoktu ve olamazdı,çünkü o zaman Peygamberimizin

kadar züht ve takvâsıyla da ünlüdür.Tıpkı Buhârî ve Müslim gibi,o devir İslâm dünyasının hemen tamamını dolaşmış ve 50’den fazla bilginden ders almıştır.Ebû Dâvûd, “Sünen”

adıyla andığı eserinde,daha çok fıkha kaynaklık eden hadisleri toplamıştır.O’nun bu eseri, “Dünyanın harikası ve İslam’ın dayanağı” diye anılmıştır.

(8) Abdullah bin Abdurrahman hafız Ebu Muhammed.798 de Semerkand’da doğup,869 da vefat etti. Hadis âlimidir. Müsned adındaki kitabı çok kıymetlidir.

(9) Ehl-i Sünnet’in iki itikât imamından birincisidir. İsmi, Muhammed bin Muhammed Mâtüridi’dir.Künyesi,Ebû Mansur’dur.Doğum yeri Semerkand’ın Mâtürid nahiyesidir.

Hicri 333 (m. 944) yılında Semerkand’da vefat etti.Başlıca eserleri:Kitab-üt-tevhid,Tevilat-ül-Kur’an, Reddü Evaili’l-Edille lil Ka’bi ve Beyanü vehmi’l Mutezile,Er-Reddü ala usül’il

Karamita,Reddu kitab-ül-imame li Ba’zir-Revafiza,Kitab-ül-makalat fil-kelam,Me’haz-üş-şeriyye, Kitab-ül-cedel.

(10) Ehl-i Sünnet’in iki itikât imamından biridir.İsmi,Ali bin İsmail’dir.Künyesi,Ebu’l-Hasen’dir 266 (m.879) senesinde Basra’da doğdu 330’da (m.941) Bağdat’ta vefat etti.Basra kapısı

ile Kerh arasındaki kabristana defnedildi.Başlıca eserleri:Risale ketebbiha ila ehli’s-sagr bi bab-ül-ebvab,Cevab-ül-Horasaniyyin ,Mekalat-ül-felasife, El-Cevher fi’r-Reddi ala ehli’z-

Zeygi vel-Münker,Kitab-ün-Nevadir, Kitab-ul-Funün,Risalet-ül-iman.

(11) Bir hocadan veya kitaptan okuyup öğrenmeden ana-babasından ve etrafından görüp işittiği gibi inanmak.”Îmân üç kısımdır: İmân-ı Taklîdî,Îmân-ı İstidlâlî,Îmân-ı Hakîkî.

Îmân-ı Taklîdî sahibi,farzı,vâcibi, sünneti,müstehâbı bilmez.Ana-babasından gördüğü gibi inanır ve yalnız gördüğü gibi ibâdetlerini yapar.Bu gibilerin îmânından korkulur.”

(Kutbüddîn-i İznîkî) ”Îmân-ı Taklîdî’nin kıymetsiz olması, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) doğru söylediklerini, bildirdikleri her şeyin doğru olduğunu düşünmeden yalnız

anadan babadan ve etraftan görerek hâsıl olduğu içindir.” (İmâm-ı Rabbânî)

(12) İslâm Dîni’nin îmân ve ibâdet bilgilerini, emir ve yasakları bir âlimden veya kitaptan okuyup öğrenerek, bilerek inanmak.Kalbe yerleşen şüphe ve tereddüt karşısında hiç

sarsılmayan îmân.

(13) İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, İmam-ı Şâfiî,İmam-ı Mâlik,İmam-ı Ahmed Bin Hanbel.

(14) Gitmek,tâkip etmek,gidilen yol.Ehl-i Sünnet’in (Peygamber efendimiz ve Eshâbının yolu) yüzlerce mezhebinden bugün dört tanesi kitaplara geçmiş olup,diğerleri kısmen

unutulmuştur.Bu dört mezhep;Hanefî,Şâfiî,Mâlikî ve Hanbelî mezhepleridir.Müçtehîd olmayanların bütün hareketlerinde ve ibâdetlerinde bir müçtehîde tâbi olması yani bu dört

mezhepten birinde bulunması lâzımdır.Dört mezhepten başka bir mezhebe uymak câiz değildir.Dört mezhepten birine tâbi olmak için bu mezhebin fıkıh bilgilerini iyi öğrenmek

gerekir.Bu da o mezhepte yazılmış fıkıh ve ilmihâl kitaplarından öğrenilir.

(15) İçtihâd makâmına yani Kur’ân-ı Kerîm’den,Hadîs-i Şerîf ve diğer dinî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi.Bütün İslâm ilimleri ve zamanın fen

bilgilerinde söz sâhibi âlim.”Yanılan müçtehide bir sevâp,doğruyu bulana iki veya on sevâp vardır.İki sevâptan birincisi, içtihât etmek (Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm

çıkarma) sevâbıdır.İkincisi,doğruyu bulmak sevâbıdır.” (Hadîs-i Şerîf-Hadîka)

(16) Mutluluk devri.Peygamber Efendimiz’in yaşadığı mübârek,bereketli ve hayırlı devir.Zamân-ı Seâdet ve Vakt-i Seâdet de denir.Asr-ı Saâdet,zamanların en iyisidir.Sevgili

Peygamberimiz; “Asırların en iyisi benim asrımdır.” buyurmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)

Page 5: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

8 9

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

(s.a.v.) ashâbı (17) vardı ve herhangi bir meselede tereddüt olduğu zaman, Resûlullah’ın (s.a.v.) biz-zat kendisine sorulup hemen doğru cevap alınıyordu. İslâm dünyasının genişleyip dört kıtaya yayılması ve ümmet sayısının kısa zamanda çoğalması dinî mevzularda ihtilâfların meydana gelmesine sebep oldu.Bir yandan da İslâm’ı içerden çökertmek isteyen Yahûdiler (18),Ermeniler,Müslüman gibi gözüken Mecûsiler (19),Hıristiyanlar (20) vb. türlü türlü sapıklıklarla bu mezhepleri bozmak için ellerinden gelen propagandaları yapmışlardır. Meselâ Yemenli bir Yahûdi olan İbn-i Seleme, yalancıktan Müslüman olarak -kendini- Müslüman gibi göstermiş, Abdullah adını almış ve bozuk bir fırka olan Şîa’yı(21) kurmuştur.Bu ve bunun gibi sebeplerle hakiki âlimler,itikât ve ameliyâtta Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâatı İtikâdı’nı,yani Allâh’ın (c.c.) dinini korumak için büyük gayretler sarf etmişler;sapık ve bâtıl inançları reddetmişlerdir.Eğer mezhep imamları ve diğer âlimler bu meselelere el atıp -meseleleri- bugünkü şekli ile bizlere anlatmamış olsalardı,görecektik ki Yemenli İbn-i Seleme’nin bozuk yolundan gidenler dahi olacaktı.Allâh (c.c.) cümlemizi muhafaza etsin! Bazı kimseler, Selefiye (22) adlı bozuk mezhebi de “hak mezhep” olarak lanse etmektedirler.Bu görüşü savunan insanlar hatalıdır.Selef-i Sâlihîn(23) ile Selefiye’yi hiçbir zaman birbirine karıştırmamak gerekir.Selefiye’de 16 ayrı yol sayılır ki,günümüzde dahi insanlara tesir etmeye çalışan bu cereyanların hepsi bâtıldır.Bunlar insanı küfre sokar.Kurtuluşa erdirecek olan Fırka-i Nâciye’dir ki,bu Fırka-i Nâciye de Resûllulah Efendimiz’in (s.a.v.) Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâatı üzerine amel edip -aynı selef ve sâlihîn demiş olduğumuz- Sahâbe-i Kirâm’ın yolundan hareket edenlerdir. BOZUK İTİKÂTLAR Şimdi bozuk itikâtlardan bazılarını sayalım: 1.SELEFİYE: Günümüzde özellikle Türkiye ve Avrupa’da görülmektedir. Bilmeyen saf ve câhil Müs-lümanlar da maalesef bunlara takılmaktadır.Şeytan bile insana -her zaman- Sûret-i Hak’tan girer,çünkü başka türlü yol bulamaz.Sûret-i Hak’tan girdiği için -bu- sapık fikirli insanlara Sûret-i Hak’tan yaklaşır ve onlar da sapık fikirlerini ortaya koyarlar. İngiliz casusluğu yaptığı ve masonların(24) en dinsiz grubuna mensup olduğu tarihî vesikalarla ispat edilmiş olan Cemaleddin Afgânî ve onun talebesi mason Muhammed Abdul ve onun talebesi Reşid Rıza gibi adamlar,işte bu yolun önderleridir.Ehli- Sünnet Ulemâsı,bunları çeşitli şekillerde ve çeşitli yerlerde rezil-i rüsvâ ederek bütün fikirlerini çürütmüşlerdir.Lâkin bunlar yine de azgınlıklarından geri durmamışlardır.Bunlar,fitneden başka hiçbir şey yapmazlar ve fitneden başka şeylere sebep olmazlar!Ne yazık ki,yeni yetişen gençleri zehirlemekten başka da bir işe yaramazlar. Cemaleddin Afgânî, aslen Afganistanlı da değildir.İran’ın Abad şehrindendir.Şiâ mezhebine mensuptur;fakat İslâm ve Ehl-i Sünnet dünyasını aldatabilmek için -kendisini- Afganistanlı ve Sünnî olarak tanıtmıştır.Bu hususta yazılmış bazı kitaplar vardır.Hatta Amerika’nın California Üniversitesi Tarih Profesörü olan Nikki Cennedî isimli zât,yazmış olduğu 490 sayfalık ilmî kitabında Cemaleddin

Afgânî’nin bütün fikirlerini çürüterek -onun- yalancılığını belgelemiştir. 2.TELFİKİ MEZAHİP(25):Bu akımın taraftarları, mezheplerin hükümlerini yani kolay taraflarını cem ederek dinimizi oyuncak haline getirmek istemişlerdir. Ehl-i Sünnet Âlimleri de telfik mesabiyesine karşı görüş bildirmişler, bu yolun dinde anarşi ve çöküntüye sebep olacağını ispat etmişlerdir. Bu akımın Türkiye’de bazı cemâatleri vardır ki, mensupları köylerde yaşar. Onlar da bazı isimler altında kendilerinin Müslüman olduklarını iddia ederler. Telfik akımı konusunda, Abdülganî Nablusî şöyle söylemiştir:”Bir ibâdeti veya bir işi yaparken birkaç mezhebi telfik etmek, dört mezhepten çıkmak ve beşinci bir mezhep meydana getirmek olur. Bu iş,karıştırmış olduğu mezheplerin hiçbirine göre sahîh olmaz, bâtıl olur. Dîni oyuncak yapmış olur.” 3.MEVDÛDİYE:Pakistan’da ortaya çıkan ve orada yayılan bir akımdır. Kurucusu Pakistanlı gazeteci ve politikacı Mevdûdî’dir. İslâm’ın temel inançları arasında, îmânın temel bir rüknü(26) olan kadere(27) yer vermemek suretiyle Ehl-i Sünnet Yolu’ndan sapmıştır. Mevdûdî,icâzetli(28) bir din âlimi değildir.1970 Pakistan seçimlerinde, seçimi kazanacağını ve me-bus çıkaracağını söylemesine rağmen kendi peşinde gidecek adam bulamamış, bin bir çeşit propagandadan sonra ancak 4 kişiyi mebus çıkararak rezil ve rüsvâ olmuştur. Pakistan’da İslâm davâsı Mevdûdî cereyanı yüzünden çok sarsılmış, çok zorluklar görmüş ve büyük sıkıntılara uğramıştır. Mevdûdî kalemi kuvvetli, üslubu parlak bir muharrir olduğu için saf Müslümanları kandırmış ve peşine taktığı kültürsüz insanları perişan etmiştir. Hasan Neri “İslâm’ın Siyasi Yorumu” adlı eserinde Mevdûdî’nin “Kur’an’da 4 Terim” adlı kitabındaki bozuk inanç, fikir ve görüşleri çürütmektedir. 4.HUMEYNİYE: 1979 senesinde İran’da ihtilâl yapmıştır. Kendisi Şiâ’dır.Humeyni;itikâtta, ameliyâtta,siyasette bozuk bir çığır açmış ve Müslümanları peşinden sürükleyerek perişan etmiştir. Allâh (c.c.) Türkiye’deki ve dünyadaki Müslümanları bu görüşü paylaşanlardan muhafaza etsin. 5.REFORMCULUK: Mezhepsizlik ve reform cereyanıdır ki, günümüzde Müslümanları ale-nen hedef alarak saldırıyorlar. Taraftarları, mezheplerin lüzûmsuz olduğunu iddia ederler, herkesin Kur’an-ı Kerîm’den ve hadîslerden kendi kafa ve hevâsına göre ahkâm çıkartmasını uygun görürler. Kur’an’ı yüzünden okumaya aciz çoluk çocuğun ellerine Türkçelerini vererek “Onları okuyun, yeterince anlarsınız!” deyip cihâd(29) yaptıklarını iddia ederler. Yaptıkları işler saçma ve yanlıştır. Başlıca gayeleri; Müslümanların temel meselelerini karıştırmak, sözü ayağa düşürmek ve İslâmî otoriteyi yıkmaktır ki; Müslü-manlara fitneden başka hiçbir faydaları olamaz. 6.VEHHÂBİLİK: Yirminci asırda Arabistan’da,Türkiye’de, Avrupa’da hatta Makedonya’da, Bosna’da, Bulgaristan ile Kıbrıs’ta görülen bozuk bir fırkadır. Vehhâbiler(30),Fırka-i Nâciye’den ayrılmışlardır.Taraftarları Allâh’ın (c.c.) semâda bulunduğuna inanır!Yani,Allâh’a (c.c.) mekân tayin

(17) Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) sağlığında peygamber iken bir an gören,eğer âmâ ise (gözleri görmüyorsa) bir an konuşan büyük ve küçük müslümanlar.

(18) Yâkûb Aleyhisselâm’ın on iki oğlundan gelenler.”Bunlara daha önce Benî İsrâil yani İsrâiloğulları denildi.Yahûdîler, yahûdî olmayanları putperest sayarlar.Onlara

göre kanlı kansız kurban kesilir.Her hayvan hatta güvercinden kurban olur. Domuz haramdır.Cumartesi mukaddes gündür.Bugün iş görülmez ve ateş yakılmaz.”

(Nişâncızâde, Kisâî, Sa’lebî)

(19) Ateşe tapan.”Bütün çocuklar Müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyaya gelir.Bunları sonra anaları,babaları hıristiyan,yahûdî ve mecûsî yapar.” (Hadîs-i Şerîf-

İhyâ-u Ulûmiddîn)

(20) Îsâ Aleyhisselâm’ın getirdiği hak din olan Îsevîliğin bozulmuş şekline inananlar.

(21) Taraftar,yardımcılar.Hazret-i Ali’yi sevdiklerini söyleyip,diğer Eshâb-ı Kirâm’ın kıymetini bilmeyen ve onları kötüleyen kimselerin mensup olduğu bozuk fırka.

(22) Selef-i Sâlihîn’in (Eshâb-ı Kirâm, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiî’nin) yolunda olduklarını iddiâ ettikleri hâlde,onların yolundan ayrılan bozuk îtikâtlı kimseler.Daha çok bir

“kelam” ilmi terimi olarak kullanılan bu kelime “Selef ’in mezhebi veya görüşü” mânâsına gelir.

(23) Eshâb-ı Kirâm’dan sonra insanların en üstünleri,Eshâb-ı Kirâm’ı gören ve onların sohbetinde yetişen Müslümanlardır. Bunlara Tâbiîn denir.Bunlar bütün bilgilerini

Eshâb-ı Kirâm’dan almışlardır.Tâbiîn’den sonra insanların en üstünleri Tâbiîn’i gören ve onların sohbetinde yetişen Müslümanlardır.Bunlara Tebe-i Tâbiîn denir.

(24) Yahudiliğin gizli faâliyet gösteren bir örgütüdür.Bünyesine özel vasıflı ve seçkin insanları alarak geniş bir teşkilatlanma içerisine giren masonlar,dünyanın hemen her

yerinde seslerini ve etkilerini duyurmuşlardır.

(25) İslâm fıkhını yıkmak yani ağır hükümlerini ortadan kaldırmak,dinî hükümleri oyuncak haline getirmek.Bir şey olmaz diyerek her şeyi hafifletmeye çalışmak.

(26) Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şey.”İnanılacak şeyleri kalp ile tasdîk îmânın aslî rüknüdür. Kalp ile tasdîk olmazsa îmân olmaz.Tehdît

altında bulunanın dil ile îmânını söylememesi onun îmânına zarar vermez. Çünkü dil ile ikrâr,îmânın aslî rüknü değildir.” (Teftâzânî, Mâtürîdî)

(27) Allâh-u Teâlâ’nın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile,ilerde olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi;alın

yazısı.”Kader,tedbîr ile sakınmakla değişmez.Fakat kabûl olan duâ,o belâ gelirken korur.” (Hadîs-i Şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn) “Kader, Allâh-u Teâlâ’nın bir sırrıdır.”

(Hadîs-i Şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)

(28) İzin,başarı belgesi veya diploma.Çeşitli ilimlerde üstâdın talebesine,yetiştiğine dâir verdiği belge,diploma.

”İcâzet verilecek talebenin kalbinin iyi hallere kavuşmuş olması,kötü huylardan temizlenmiş,iyi huylarla süslenmiş olması;sabır,tevekkül,kanâat,rızâ,teslîmiyet sâhibi

olması ve dünyaya düşkün olmaması lâzımdır.” (Abdullah-ı Dehlevî)

(29) İnsanların,İslâmiyet’i işitmeleri,Müslüman olmakla şereflenmeleri veya Müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan

muhârebe yahut mal,can,söz, neşriyat ve diğer vâsıtalarla İslâmiyet’i anlatmak ve müdâfaa etmek.”Cihâttan maksat, İslâm Dîni’ni yüceltmek ve din düşmanlarını zelîl

etmektir. Cihâtta gâzî ve şehîtler için bildirilen sevâplar, niyet iyi ve hâlis oluncadır.” (İmâm-ı Rabbânî) “Cihât üç türlü yapılır: Birincisi beden ile yani her türlü harp

vâsıtası ile yapmaktır. İkincisi,her türlü neşriyat (basın ve yayın) vâsıtaları ile İslâmiyet’i insanlara yaymak ve duyurmaktır.Bu cihâdı İslâm âlimleri yapar.Üçüncüsü

ise,duâ ile yapılan cihâttır.Bütün Müslümanların bu cihâdı yapmaları farz-ı ayndır.” (Muhammed Hâdimî, Birgivî)

(30) Sapık bir fırka.18. yüzyıl ortalarında Arabistan Yarımadası’nda Necd bölgesinde ortaya çıkan ve Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulan dînî ve siyâsî bir

yol.Bu yolda olana “Vehhâbî” denir.Vehhâbîliğin kökü hicrî dördüncü asırlara uzanır.

Page 6: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

10 11

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

ederler.Allâh (c.c.) dostlarına,tasavvufun büyüklerine,evliyaya -hâşâ- şeytan veya şeytanın evladı deme-kten utanmazlar.Yüksek din ve tahsil yapacağız diye Arabistan’a giden Türk talebelerini sapık fikirleriyle zehirlerler.Bunlara karşı gayet uyanık olunmalıdır.Allâh (c.c.) onlara da ilâhi anlayış ve idrâk versin. 7.RÂFIZÎLİK(31):Bunların pîri,Abdullah İbn-i Seleme adlı Yemenli bir Yahûdi dönmesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:”Ümmetim arasında Râfızî denilen kimseler meydana gelecektir.Bunlar İslâm Dini’nden ayrılacaklardır.”(32)Fazla söze ne hâcet;Allâh (c.c.) cümlemizi râfızîlik hastalığından muhafaza eylesin. 8.İHTİLÂLCİ SİYASİ FIRKA:Arap âleminde,Pakistan’da tecrübe edilmiş ve her defasında Müslü-manlara zarar vermiş metot ve planlarla Müslümanları oyalamayı gaye edinirler ve “Dine hizmet etmek istiyoruz!” yalanına sığınırlar.İslâm’da terörizm,anarşizm gibi cemiyet yoktur.İslâm’a ancak kendi öz metotları ile hizmet edilebilir.Bunlar da Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yaşayışı ve anlattıklarıdır.Yani güzel ahlâktır,Allâh’ın (c.c.) emirleridir.Sözün özü;Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat İtikâdı’dır. 9.HÂRİCİYE:Hazreti Ali Efendimiz’i şehit eden sapıkların meşrebindendirler.Terör,anarşi, şiddet,devrim,reform,vurup kırma ile dine hizmet edilebileceğini zanneden zavallıların işidir. Eylemleri sebebiyle Müslümanlar sıkıntıya girerler.Kaldı ki,İslâm’da vurup kırma,devrim,reform vb. yoktur.Çünkü İslâm güzellik ve tatlılık dinidir.Ne zaman,nerede ve nasıl savaşılacağı;yani bu işin usûlü dinî kaynaklarda açıkça yazılıdır.Böyle havadan sudan meselelerle hiç kimsenin Müslüman’ın canını kıymaya ve hakaret etmeye hakkı yoktur.Allâh (c.c.) onlardan da bizleri muhafaza etsin. 10.SEYYİD KUTUB HAREKETİ:Bu zatın “İslâm Kapitalizmi Çatışması” isimli bir eseri vardır.Kendisi bu düşünce ve fikirlerinden zaman içinde vazgeçmiştir.Bu sebeple,Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat alimlerinden sayılır.Buna rağmen şöyle derler,yani önceleri savunduğu ana fikir şudur: “Namazlar,duâlar kişisel birer meseledir;toplumsal kararlara sahip değillerdir.Zikir meclisleri, evrâd okumalar vb. bunların hepsi birer tembelliktir.İnsanı pisliğe götürür,biraz daha ileriye gidersen küfre sokar.İnsanların câmiye gitmelerine gerek yoktur,evlerinde namazlarını kılabilirler; çünkü her taraf câmidir.” Sanki geçmişte yaşayan Sâdât-ı Kirâm bunu bilmiyordu veya haberleri yoktu da bugünkü beye-fendilerin buna aklı eriyor!Memleketimizde yıllardır temiz ve imânlı gençlere böylesi meseleler planlı ve programlı bir şekilde okutuluyor,zihinleri karıştırılarak itikâtlarının bozulması sağlanıyor. Seyyid Kutub bu meseleden dolayı mezarında kan terliyor olsa gerek.Kendisi ruhu bozuk,aşırı ve çarpık fikir ve görüşlerini reddetmiştir.Bu hususta şahitler de çoktur.Yine de en doğrusunu Allâh-u Teâlâ bilir. 11.İHTİLÂCİ-KAVMİYETÇİ FRAKSİYONLAR:Belki iyi niyetli görünüyorlar ama bazı İslâmî terimleri kullanarak,kavram ve konumlarını değiştirerek ortalığı karıştırmaya çalışıyorlar. Nedir yaptıkları?Ramazan ve Şevvâl hilâl meselesinde ortaya çıkarak;”Hilâl Somali’de göründü, Arabistan’da göründü,Sudan’da göründü…Müslüman kardeşlerimiz bayram yapıyorlar,biz niye duruyoruz?Biz de uyalım.” diyorlar.Böylece fitneye ve fesâda sebep oluyorlar.Maalesef bu da yanlıştır.Çünkü dinimizde şeriât rü’yeti(33) kabul edilmiştir. Çağımızda tecrübe edilmiş ilimler ilerlediği için rü’yet ile hesaplamak,ay meselesi yani takvim-ler ile hemen hemen vakti vaktine denk gelmektedir.Bu sebeple başkalarının sözüne kanıp da oruca başlamamalı veya bayramı yapmamalıdır. Aynı cemâatin bir de şu görüşü vardır:”Cuma namazının farzı iki rekâttır.Ne gerek var zuhru âhirî kılmaya veya sünnetleri kılmaya?..” diyerek, sadece iki rekât namaz kılmayı Cuma Namazı’nın

(31) Şîa’nın kollarından.İmâm-ı Zeyne’l-Abidîn’in vefâtından sonra oğlu Zeyd’den ayrılarak,Eshâb-ı Kirâm (Peygamber Efendimiz’in arkadaşları) düşmanlığında

taşkınlık gösteren,Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer’in halîfeliklerini kabul etmeyen kimselerin mensup olduğu bozuk fırka.Terk edenler,ayrılanlar mânâsına

“Râfızî” denilmiştir.

(32) Hadîs-i Şerîf- Mir’ât-ı Kâinât

(33) Hilâl (yeni ayın) görülmesi.Kamerî ayların başında ve sonunda hilâlin görülerek ayın başının ve sonunun anlaşılması.

şartı olarak kabul ederler.Allâh (c.c.) bunlara da hidâyet(34) versin. 12.ATEİST VE MARKSİST İŞ BİRLİKÇİLERİ:Özellikle baş örtüsü konusunda Müslümanları destekliyormuş gibi görünüp -kendilerine- “Ne iyi bir ateist(35) canım,Müslüman’dan bile iyi!” dedirterek ve aramıza girerek bizlerin canını yakan fırkadır.Bu oyun,Marks ve Lenin zamanında bile uygulanmıştır.Hatta1917 Ocak İhtilâli’nde Lenin,Müslümanları aynen bu şekilde kandırmıştır. 13.BAHAÎLİK:Reşet Halife adında bir Bâtınî (36) yani Bahaî olduğunu söyleyen bir zât zuhur etmiştir.Kur’an’da 19 rakamı ile Müslümanları kendisine hayran bırakıp ”Filan melekler 19’dur, filan şey 19’dur,Bismillâhirrâhmânirrâhîm 19’dur,filan sûrenin sırrı 19’dur…” gibi sözlerle sinsice Müslümanların içine zehir saçmış ve bazı âyetleri inkâr etme cüretini kendinde bulmuştur. Nihayetinde hızını alamamış ve peygamberliğini bile ilan etmiştir!Kendisi böylesine sapık ve bozuk bir adamdır.Allâh-u Teâlâ,bu kişinin kitaplarının yok edilmesini sağlasın.Onların taraftarları,aynen Yehova Şâhidleri gibi dini bozmak için uğraşan sapık insanlardır. Cenâb-ı Allâh (c.c.) cümlemizi hem Yehova Şâhitleri’nin (37) hem de sapık insanların şerrinden muhafaza eylesin. 14.MAHSAMAMİ FRAKSİYONU:Mahsamami adında bozuk görüşlü bir Arap yazar vardır ki,Buhârî’deki(38) bazı hadisler için mevzuu demiştir.Bu konu ile ilgili fikirleri,bir ilâhiyât öğretim görev-lisi tarafından maalesef dilimize çevrilmiş ve Diyanet Vakfı tarafından yayınlanmıştır. Bu kitaptan uzak durulmalıdır.Ali Şerâitî adında râfızî bir yazarın Türkiye’de basılan kitapları vardır ki,Hazreti Osman Efendimiz hakkındadır.Bu sapık fikirli eserde yazar,Hazreti Osman Efendimiz’e ağır hakaretler eder.Bu ki-tap da İslâmi yayın diye hayasızca ortaya konulmuştur.Hazreti Osman’a böylesi hakaretleri revâ görenlerin asıl kendilerinin kâfir (39) olduklarına hiçbir Müslüman’ın şüphesi yoktur. FÂİZ İslâm’da fâiz(40) mevzuunu işleyen bir kitap vardır ki,o da yine İlâhiyat Fakültesi’nde bir hoca tarafından neşredilmiştir.Burada faizin helâl olduğu savunulmuş,hatta bu hususta şöyle denmiştir: “Bu fâizin helâl olabilmesi için%90,%80,%50 yani %100’ün altında olması gerekir.%100’ün altında

(34) Cenâb-ı Hakk’ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp yerine rahatlık,genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân

etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylemesi.”Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan saklarsa, Allâh’ın ve lânet

edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun.” (Nisâ Sûresi: 106)

(35) Dehrî,dinsiz..Allâh-ü Teâlâ’ya inanmamak ve ateist olmaktır.“Kendilerini akıllı,ilim adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizler üç kısımdır:1)Ateistler.2) Her

şeyi tabîat yapıyor diyen tabî’iyyeciler.3)Yunan filozofları ve bu arada Sokrat ile talebesi Eflâtun ve onun da talebesi Aristo’nun yolunda olanlar.” (İmâm-ı Gazâlî)

(36) Mecûsîlikteki ve çeşitli bâtıl dinlerdeki inanışları İslâm Dîni’ndenmiş gibi göstermeye çalışan İranlı Meymûn bin Deysân el-Kaddah tarafından kurulan bo-

zuk yol.”Kur2ân-ı Kerîm’in âyetlerine, kelimelerin açık ve meşhûr mânâları verilir.Bu mânâları değiştirerek bâtınîlere uyanlar kâfir olur. (İmâm-ı Birgivî, Nesefî)

(37) Amerika Birleşik Devletleri’nde Ch. Şarl Russel tarafından 1872’de kurulan,1931 senesinden sonra kendilerini bu adla tanıtmaya çalışan mezhep ve

misyoner teşkîlâtına verilen ad.Yehova Şâhitleri,Tevrât’ın,Yehova adını verdikleri tanrının kelâmı olduğunu,kendilerinin Hazret-i Âdem’in oğlu olan Hâbil’den,

Hazret-i Îsâ’ya kadar süregelen uzun devredeki şâhitlerin son temsilcileri olduklarını,Îsâ krallığının 144.000 uyruklu yeni bir dünyâ olacağını ileri sürerler.

Propagandalarını çeşitli yazılar,broşürler ve sloganlarla yaparlar.Asker olmayı ve bayrağı selâmlamayı reddederler. Bunların hahamları yoktur,gezici vâizleri

vardır.Toplanma yerleri de New York’tadır.İstatistiklere göre özellikle anglosakson olmak üzere sayıları 900.000’e varmaktadır. Mezhep 1945’ten beri Batı

Avrupa’da yayılmıştır.

(38) İslâm Dîni’nde Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en kıymetli,en üstün kitap.Kütüb-i Sitte adı verilen meşhur altı hadîs kitabının birincisi.Bir kimse Buhârî-i Şerîfi

hangi niyetle baştan sona kadar okuyup bitirirse,maksadı,en güzel şekilde hâsıl olur.

(39) İslâmiyet’te inanılması lâzım olan şeylerin hepsine veya birine inanmayan,dînin emirlerini beğenmeyen hafife alan,alay eden.Allâh-u Teâlâ,Kur’ân-ı

Kerîm’de meâlen şöyle buyuruyor:”Kâfirler,Allâh-u Teâlâ’nın emirleri ile peygamberlerin emirlerini birbirinden ayırmayı istiyorlar.Bir kısmına inanırız,bir

kısmına inanmayız diyorlar.Îmân ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir.Kâfirlerin hepsine cehennem azâbını,çok acı azâpları

hazırladık. (Nisâ Sûresi: 150-151)

(40) Ödünç vermekte,rehinde ve alış-verişte,alıcıdan veya vericiden birinin ötekine karşılıksız vermesi şart edilen fazla mal,para veya menfâat.Allâhü Teâlâ,

Âyet-i Kerîme’lerde meâlen buyurdu ki:”Fâiz yiyenler,kıyâmet günü mezarlarından,sara hastası gibi perişân kalkacaklardır.Allâhü Teâlâ,fâiz alan ve verenlerin

mallarının hepsini yok eder. İzini,eserini de bırakmaz.Zekât verenlerin malını elbette artırır.” (Bakara Sûresi:275-276)

Page 7: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

12 13

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

ise fâiz helâldir.”Böylece mü’min kardeşlerimizin haram yemelerine ve dolayısıyla duâlarının kabul olmamasına,o Müslümanların hatalara düşmesine sebebiyet verilmiştir. Fâize “helâl” denmesi mümkün değildir.Bu hususta âyetler ve hadîsler vardır;en küçüğünden en büyüğüne kadar fâizin her şekli haramdır. İLİM VE ÂLİM Her insaflı Müslüman’ın bilmesi lâzımdır ki,itikâtta ve amelde yegâne kurtuluş yolu Ehl-i Sünnet Yolu’dur. İcâzeti olmayan,ehliyeti bulunmayan âlimler,Kur’ân’dan ve hadîslerden hüküm çıkaramaz. Din âli-mi olmayan,Arapça bilmeyen,âyet ilimlerini ve âlî ilimleri tahsil ederek icâzetli bir âlimden icâzet almamış bulunan câhillerin ve heveskârların Kur’ân tefsir etmeye ve din hakkında kendi reylerine göre fikir beyan etmeye yeltenmeleri;İslâm’a ve Müslümanlara büyük zarar verir.Bu gibi hâller cemiyetimizde anarşiye yol açar,fitne ve fesâda sebebiyet verir ve maazAllâh,Müslümanlar helâk olur. Ehliyetsiz kişiler tarafından yapılan tercüme ve meâller hevâ ve hevesten ileri gidemez.Hadîs ter-cümesi okumakla insan ilim öğrenemez.Kur’ân-ı Kerîm,fıkıh ve tercüme okuyacaksın fakat başında liyakâtli ve icâzetli bir zât bulunacak.İcâzetli âlim demek,ucu Allâh’ın (c.c.) Resûlü’ne (s.a.v.) uzanan geçerli bir diplomaya sahip olmak demektir. Böyle bir icâzeti -ancak- icâzetli hocalar, büyük emekler vererek yetiştirdikleri talebelerini imtihan ettikten sonra başarı gösterenlere verebilirler.Yıllardır uygulanan en sağlıklı yol budur. Yoksa câhil hem kendini maskara eder hem de insanları kendisine maskara yapar. İslâm,idareci veya hümanizm(41) gibi bir şey değildir.Yüce İlâhi Nizâm’ı(42) küçük hesaplara, kavmiyetçiliğe,politik ayak oyunlarına,menfâat ve nüfûz hırsına alet edenler de hâin ve alçak karak-terli kişilerdir.Nefislerini terbiye etmemişler ve doğru dürüst ilim öğrenmemişlerdir.Bu sebeple hizmet ehli olamazlar.Kimler bunların peşine takılıp düşerse,tahribâta yol açarlar ki dinimizin ve Ümmet-i Muhammed’in yoluna dinamit koymuş olurlar.İnsanlarımızı da perişan ederler. MEZHEPLERİN ÖNEMİ Çağımızın büyük din âlimlerinden Said Ramazan el’-Bûti(43) “İslâm Şeriâtını En Fazla Tehdit Eden Bid’ât Mezhepsizliktir” adıyla çok mühim bir kitap yazmıştır.Düzceli merhûm Muhammed Kevserî Hazretleri de “Makâlât” adlı ilmî eserinde;”Mezhepsizlik,dinsizliğe köprüdür.” burmaktadır. Görüldüğü üzere gerçek din âlimlerimiz,itikât ve amelde Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat Yolu’nda olmayı zarûrî kabul etmişlerdir. Günümüzde bazı dış ülkelerden gelen para yardımları ve çeşitli teşviklerle yapılan mezhepsizlik modası;İslâmi uyanış ve kurtuluş hareketimizi baltalamakta,birliğimizi parçalamakta, enerjimizi tartışma ve ihtilâf bataklıklarında yok etmektedir. “Asr-ı Saâdet’te mezhep yoktu,o halde bid’âttır!” deyip itiraz etmek,ahmakça bir hareketten ibârettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında kitap şeklinde yazılmış,toplanmış bir tek Mushaf sayfası dahi yoktu.Kur’an-ı Kerîm dahi toplanmamıştı.Bilâhare Hazreti Ömer (r.a.) zamanında toplanıp yazılmıştır.Mezhepsizlik mantığına göre,elimizdeki Mushafların da bid’ât olması lâzım gelir ki,bu durumu kabul etmek mümkün değildir.Mushaf,Kur’ân-ı Kerîm’in metni ve ilâhi nazmı, mezhepler ise o ilâhi kitap-tan ve onun açıklaması olan sünnetten çıkarılan şer’i hükümleri ihtivâ eder ve bize açıklar. Hak mezhepler ortadan kalkar ve mezhepsizlik yayılırsa,İslâm’ın sâfiyeti bozulur.Bid’atlar etrafa yayılır.Mezhepsizler,Müslümanların başına türlü belâlar açarlar.Memlekette ne edep kalır,ne âdâp kalır,ne terbiye kalır,ne usûl kalır,ne bir şey kalır… Bazı kendini bilmez mezhepsizler işi iyice azıtarak,Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) saygısızlık

(41) İnsancıllık,insanları sevme ülküsü.

(42) Düzen,uygunluk.Allâh’ın (c.c.) düzeni.

(43)1929-H.1347’de Cizre’de doğdu.4 yaşında Şam’a yerleşti.İlmi bir çevrede babasının kontrolünde kendisini yetiştirdi.Fıkhu’s-Sıyre,İslâm’a Dâvet Metodu gibi önemli eserleri

vardır.Eserleri ve fikirleriyle İslâm dünyasına katkısı olmuştur.

ederler,Sünnet-i Seniyye’yi (44) hafife alırlar ve hadîsleri inkâr ederler!Böyle kimseler,insan vücudundaki kanserli hücrelerden bile beter olup zararlıdırlar.Müslümanların birleşmesi ve yücelmesi için İslâmi birlik ve beraberlik muhakkak gereklidir. Bu da,şeytani bir özgürlükle değil,ancak rahmânî bir itaât ile mümkün olur. Birliğin zarûrî şartları da mühimdir,onlar da şunlardır: 1-İtikât ve amelde Ehl-i Sünnet üzere olmak. 2-Müslümanlar içinde yerini ve haddini bilip kendi kafasına göre iş yapmamak. 3.Hevâ ve heves reyini terk edip emir ve tavsiyelere uymak. İtikât ve amelde eğer hepimiz Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat İnancı üzere olmazsak,kendi görüşümüze ve kendi kafamıza göre hareket edersek;mümkün değil birleşemeyiz,beraber olamayız. EHL-İ TASAVVUF Tasavvûf haktır,lâkin şeriâtsız tasavvuf (45) olmaz.Kim Şeriât-ı Muhammedî’yi yaşamadan tasav-vuf ehli olduğunu söylerse,Allâh (c.c.) muhafaza zındık olur ve dinden çıkar. Tarîk-i Aliye demiş olduğumuz ve mü’minlere çok yararlı hizmetler vermeye devam eden mâ-nevî yollara “tasavvuf yolu” adı verilir.Müslümanların örnek alacakları ve model olarak kabul edecekleri kişiler;Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yolundan yürüyen,Sahâbe-i Kirâm’ı seven ve onlar gibi yaşamaya çalışan kâmil insanlar olmalıdır.Mezhepsiz ve bid’âtçı insanlar,hiç kimseye önder olamaz. Müslüman olarak cümlemize düşen mühim vazifeler vardır.Özellikle şunlara dikkat etmek lâzım gelir: 1-Müslüman,itikâdını tahsis etmeli yani inançta ve amelde “Ehl-i Sünnet” üzere olmalıdır. 2-İlmihâlini(46) iyi öğrenmelidir.Çünkü ilmihâl insanın bütün gün içerisinde mu’âmelâtını(47) ilgilendiren meselelerle alâkalıdır.Başta beş vakit namaz olmak üzere diğer öğrendiğimiz ilimleri hayata uygulamalıyız.Yoksa sadece şekilden ibaret kalırız.Şekilden ibâret kalan,devamlı taklit üzere kalır.Taklit hak olmasına rağmen önemli olan tahkîke geçmektir. 3-Nefsiyle ve şeytanla muhakkak cihâd(48) etmelidir.Eğer nefsiyle ve şeytanla cihât etmeyi bırakırsa,Allâh’ın (c.c.) kulluğundan öte şeytanın kulu olmaya başlar.4-Allâh’a (c.c.) olan ahdini(49) hiçbir zaman unutmamalıdır.Resûlullah’a (s.a.v.) ettiği biâtının idrâki(50) içinde olmalıdır.”Anam-babam,canım,malım-mülküm sana feda olsun yâ Resûlullah!” şeklindeki sözümüz hiçbir zaman unutulmamalıdır.Âyet-i Kerime’de Cenâb-ı Allâh şöyle buyuruyor: “Ben,insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.Başka hiçbir sebep,başka

(44) Övülen,methedilen sünnet;İslâm dîni.Resûlullah’ın yolu. ”Seâdete ermek için;Sünnet-i Seniyye’ye yapışmak ve bid’atlerden (dinde sonradan çıkan yeniliklerden)

kaçınmak lâzımdır.” (İmâm-ı Rabbânî)

(45) Ahlâk ve kalp ilmi.Kalbi kötü huylardan temizleyip iyi huylarla doldurmak.Kalpte îmânın vicdânileşmesi yani Ehl-i Sünnet Îtikâdı’nın kalpte sağlamlaşması ve şüphe

getirici tesirlerle sarsılmaması,Nefs-i Emmâre’den doğan tembelliklerin ve sıkıntıların giderilip ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâsıl olması.Allâh-u Teâlâ ile olmak,iyi ahlâk

edinmek ve dînin emirlerine uymak. “Tasavvuf hâldir,söz değildir,söz ile ele geçmez.” (Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî)

(46) Her Müslüman’ın îmân,ibâdet ve ahlâk ile ilgili bilmesi gereken şeyler veya bu bilgileri anlatan kitap.Dînini bilen,seven ve kayıran mübârek insanların ilmihâl

kitaplarını alıp,çoluk-çocuğuna öğretmesi her mü’minin birinci vazîfesidir.”Kendilerine din adamı ismini ve süsünü veren,câhil ve sapık bir kimsenin sözlerinden ve

yazılarından din öğrenmeye kalkışmak,kendini cehenneme atmaktır.” (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

(47) İnsanların birbirleri arasında olan işler.Alış-veriş,kirâ,şirketler,fâiz,mîrâs gibi insanlar arasında meydana gelen işler. Fıkıh ilminin dört kısmından biri.”Mu’âmelâtta

bir fâsıkın (açıkça günâh işleyenin) veyâ Müslüman olmayanın sözü de kabul edilir.Akıllı olan çocuk ve kadın da mu’âmelâtta erkek gibidir.” (Alâüddîn-i Haskefî)

(48) İnsanların, İslâmiyet’i işitmeleri,Müslüman olmakla şereflenmeleri veya Müslümanların dînine,vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan

muhârebe yahut mal,can, söz,neşriyat ve diğer vasıtalarla İslâmiyet’i anlatmak ve müdâfaa etmek.Allâh-u Teâlâ,Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyuruyor ki:”Mallarını,canlarını

feda ederek din düşmanları ile Allâh rızası için cihât eden Müslümanlar,oturup ibâdet edenlerden daha üstündür.Hepsine de Cennet’i söz veriyorum.” (Nisâ Sûresi:

95) ”Allâh yolunda cihât eden kimselerin hali,gündüzleri oruçlu olup gecelerini ibâdetle geçiren,Allâh-u Teâlâ’nın âyetlerine itâat eden,namaz ve oruçtan dolayı hiç bir

gevşeklik hissetmeyen kimsenin hâli gibidir ki yine Allâh yolunda cihât eden üstündür.” (Hadîs-i Şerîf-Tergîb-ül-İbâd)

(49) Allâh-u Teâlâ, Âdem Aleyhisselâm’ı yaratınca,kıyamete kadar bütün neslini zerreler halinde onun belinden çıkarıp; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye

buyurduğunda onların; “Evet, sen Rabbimizsin!” diye söz vermeleri. ”Ben, Rabbime verdiğim ahd ü mîsâkı hatırlıyorum.” (Hazret-i Ali)

(50) Bir şeyin aslını,mâhiyetini,hakîkatini bilmek,anlamak.

Page 8: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

14 15

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

hiçbir niyet üzere yaratmadım.” Yani sen yeryüzüne gelesin,evlenesin,çoluk-çocuk sahibi olasın,ev-araba alasın,paran olsun,zengin olasın diye,iş yapasın diye yaratılmadın!Bunları sana Allâh (c.c.) mubâh(51) kıldı,fiziksel ihtiyaçların olduğu için serbestsin.”Ye-iç,yat ama haramlara girme” dendi. Haramlara girersen azâbı(52 var,helâlin dahi olsa hesabı var.Eğer insan bu itikâdın dışına çıkarsa dili çok keskin bir hale gelir,kimi kestiğinin farkına varamaz.O yara da kolay kolay iyileşmez. İnsanların bir araya gelemeyişinin sebebi;nefsinin hileleridir,itikâdının bozukluğudur ve çok bilmişliğidir.Halbûki hepimizin bilgisini bir araya toplasalar,kül tablasını dolduracak kadar çıkmaz! 5-İstikâmetten,ihlâstan ve doğruluktan kesinlikle ayrılmamalıdır.İşlerimizin hepsini Allâh’ın (c.c.) rızasını kazanmak için yapmalıdır.Allâh rızası için bir iş yaparken de,Efendimiz’in (s.a.v.) ahlâkı üzere olmalıdır.Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki: “Ben,güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” Böyle olursa tesir eder,sonuca da ulaşılır. Birliği bozmamalıdır.Birliği bozanın hali,şeytanın hali gibidir.Kendi görüşünü,kendi yaşayışını doğru bilip bunu in-sanlara anlatarak etrafına birkaç kişi toplayan ve böyle yapalım diyerek karşı tarafa cephe açan insan;birliği bozan insandır.Böyleleri şeytanın askeri gibi olmuştur ve doğruluktan çıkmıştır.Yolu ancak tâlim ve terbiyeden geçer,teslim olmasından geçer.Eğer şekle girmeyi ve teslim olmayı kabul etmez ise,o adama yol verilir.Aksi halde cemâatte fitne,fesât ve bozgunculuk çıkartır. Cemaat 110 kişi ise hiçbir zaman 111 kişi olmaz. 6-İslâm büyüklerine itaât etmeli ve kendimizi güzel huylarla bezemeliyiz.Helâk edici kötü huylardan ise arınmalıyız.Bunları yapmayan adam şerli olur.Eûzü besmele çekip şeytanın şerrinden Allâh’a (c.c.) sığındığımız gibi bu adamın şerrinden de Allâh’a (c.c.) sığınmalıyız. Kendi kendine bir köşeye çekilmekle ve kitaplar okumakla bu işler olmaz.İllâ icâzetli bir âlimin elin-den tâlim ve terbiye görmek lâzım gelir.Bu şartı yerine getiremiyorsan;mü’min ve Müslüman’sın,câmi cemâatı olursun;Şeriât-ı Muhammedî’yi yaşamaya çalışırsın.Bu şekilde yaşayamayınca zaten özünü bulamazsın.Kaldı ki ben sana bâtından,hâl ve cezbeden(53) veya keşif(54) ve kerâmetten(55) bahsetmiyorum.Bunların olmadığı yerde meydana gelen keşif,kerâmet,hâl ve cezbe şeytanın işleri gibi olur.Şeytan insana tasarruf (56) eder.Hem de çok güçlü bir şekilde tasarruf eder, farkına bile varmazsın! Güzel ahlâk ne zaman yaşantımıza yerleşecek?Kötü huylardan nasıl ve ne zaman arınacağız? Kend-imizde olmayan güzel ahlâkı ve benliğimizden çıkaramadığımız kötü ahlâkları nasıl Emr-i Bi’l-Ma’rûf(57) olarak başkasına anlatabiliriz ki?..Melekler (58) dahi bizden “Leş gibi kokuyorlar,yalancı kezzâp” diyerek kaçacak delik ararlar.Biz onları göremediğimiz için ondan gâfiliz. 7-Dünyaya değer vermemeliyiz…Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) bu konuda hadîsi vardır:

(51) Dînimizde yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeyler.”Mubâhları,lâzım olduğu kadar kullanmalıdır. Bir insan,mubâh yâni İslâmiyet’in izin

verdiği şeylerden her istediğini yapar,taşkınca mubâh işlerse, şüpheli şeyleri yapmaya başlar.Şüpheliler ise haram olanlara yakındır. (İmâm-ı Rabbânî)

(52) İşlenen günahlar sebebiyle âhirette çekilecek cezâ.”Allâh-u Teâlâ’nın, bir kuluna rahmet etmeyeceğine,ona gadap ve azâp edeceğine alâmet,dünyaya ve

âhirete faydası olmayan şeylerle meşgûl olması,zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir.” (Hadîs-i Şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

(53) Çekme,çekilme.Allâh-u Teâlâ’nın sevdiği bir kulu kendisine çekmesi,yüksek derecelere kavuşturması.Bu da nefsi terbiye ederek,Allâh-u Teâlâ’yı çok

anmakla olur.

(54) Açmak gizli bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak.Bir şeyin üzerindeki kapalılığı kaldırmak.”Bir kimse keşif ettiği âletlerle bütün insanlara faydalı

olsa,Peygamber efendimiz Muhammed Aleyhisselâm’a inanıp tâbi olmadıkça ebedî saâdete kavuşamaz. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

(55) İkrâm,üstünlük.Hangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı yani fizik, kimya ve fizyoloji kanunları dışında meydana gelen

şeyler,hâdiseler.

(56) İdâre etme,hükmetme. ”Allâh-u Teâlâ mülkünde tasarruf ediyor.Mülkünde tasarruf etmesinde zulüm düşünülemez. Çünkü zulüm,izni olmadan

başkasının mülkünde tasarruftur.” (İmâm-ı Gazâlî)

(57) Dinde emredilen şeyleri öğretmek,yaptırmak.Allâhü Teâlâ,Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyuruyor ki:”Ey mü’min kullarım!Emrettiğim işleri,ibâdetleri

yapar ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker eder iseniz, (günahlardan, kötülüklerden alıkorsanız) başkalarının yoldan çıkması size zarar vermez.” (Mâide Sûresi:

108) ”Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i ma’rûfu bırakır iseniz,Allâhü Teâlâ en kötünüzü başınıza musallat eder ve duâlarınızı kabûl etmez.” (Hadîs-i

Şerîf-Mişkât)

(58) Allâh-u Teâlâ’nın nûrdan yarattığı latîf,mâsum ve günah işlemeyen kulları.Allâh-u Teâlâ,Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyurdu ki:”Melekler Allâh’ın sözünün

önüne geçmezler. Hep O’nun emri ile hareket ederler.” (Enbiyâ Sûresi:27) “Melekten gelen ilhâm İslâmiyet’e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese İslâmiyet’ten

ayrılmaya sebep olur.” (Hadîs-i Şerîf-Berîka)

“Dünya bir leştir,ona ancak köpekler tenezzül eder.”Lâkin dünyayı bir tarla misâli bilerek dünya nimetler-inden menfâatlanırsak durum değişir.Çünkü “İnne me’l âmâlü bin niyyât” yani “Bütün ameller,niyetlere göredir.” demişlerdir. Dünya -kimsenin- kalbine girmesi için değildir.Unutulmamalıdır ki kalp,Allâh’ın (c.c.) Nazargâh-ı İlâhîye’sidir.(59) Dünya ancak elde tutulmalı ve işlerimizin ileri götürülebilmesi için bir vâsıta aracı olarak görülmelidir.Ne yazık ki -farkında olmadan- dünya kalplerinize girivermiş!Size Hakk’ı anlatıp kötülük-ten sakındırmaya çalışana beş yaşında bir çocukmuş muâmelesi yapıyorsunuz.Yaptığınızın farkında bile değilsiniz.Vakit kaybetmeden âhirete (60) dönük olmalı ve ebedî âlem için çalışmalısınız. Geçenlerde bir kardeşimiz nakletti:”Yapılan bir araştırmaya göre,şehirde yaşayan ve ehliyete sahip olan bir insanın ömrünün üç senesi şehirde park yeri aramakla geçermiş!” Güldüm…”Gel buraya,sen ne dediğinin farkında mısın?” dedim. “Ağabey,ben söylemiyorum;araştırma şirketlerinin yapmış olduğu araştırmaların sonucu böyle çıkmış.” dedi. İsterseniz beraberce bir hesap yapalım:”Zaten 15 yaşına kadar mükellef değilsin.60 sene yaşadın diyelim,mükellef (61) olduğun zaman 45 senedir.Bu 45 senenin yarısını uykuda geçirirsin, kalır geriye 23 sene.3 senesini de park yeri aramakla geçirirsin!Kaldı 20 sene.Bu 20 senede ailen, çoluk-çocuğun var;bazı itaât ve ibâdetlerin var ki bunlarla meşgul olursun.Elimizde ne kaldı? Diyelim ki 3-5 sene!Bu 3-5 senede mi bu muamelâtını yerine getiremedin de keskin dilinle insanları biçtin!Şu hasetçi kalbinle mi insanları fesâdladın?Ebedî âlemini rezil ve rüsvâ ederek cehennemi(62) kazanmayı becerdin!..” Hesap gâyet açıktır.Mârifet cehenneme düşmek değil,aksine cenneti kazanabilmektir.Allâh (c.c.) cümlemizi rızasına uygun amellerle cennetini kazananlardan eylesin. DÜNYA HIRSI Allâh-u Teâlâ,Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki: “Onlar ne kadar az düşünürler!..” Âyet-i Kerîme’nin meâline dikkat edersek durumumuzun vahim olduğunu anlarız.Çünkü kazanç hırsına kapılmışız,lükse ve konfora esir olmuşuz.Kendimizi düşünür hale gelmişiz.Öyle ya senin 200 mil-yar liran,ne bileyim 500 milyar liran var.Araban-evin güzel;çoluk-çocuğun da iyi;daha fazlası seni asla ilgilendirmiyor!Mâdem öyle düşünüyorsun,ilgilendirmiyorsa seni diğer Müslüman kardeşlerimiz;bırak cemâatimizi ve düş yakamızdan.Nereye gidersen git ve nerede yaşarsan yaşa!.. Cemiyet içerisinde yaşayacaksan,fakir olan kardeşlerini de düşünmekle mükellefsin.Onların ihtiyaçlarıyla dertlenmeye ve mümkün olduğunca ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmalısın.Allâh (c.c.) rızası ve hakkı için böyle yapmalısın.Fakir kardeşim de hakkına rıza göstermez ve hasetlik-fesâtlık ederse,onun bunun malında gözü varsa,onun da cemâatimizde yeri yoktur.Benim Türkiye’de yaşadığım dönemlerde yapılabilecek en büyük hakaret,bir insana “terbiyesiz” demekti.O zamanlar böyle çeşitli şekilde küfürler yoktu.Terbiyesiz lafı,çok büyük bir kavgayı gerektirebilecek bir hâldi.Hakikâten ortada bir terbiyesizlik varsa,adam Tövbe-i İstiğfar(63) ederdi. İnsanlar birbirlerine sabrediyorlar.Cemiyetiz,cemâatiz herkes birbirine sabrediyor:“Bugün olmazsa belki yarın kâmil bir ahlâkla bezeniriz” diye sabrediyor.

(59) Allâh-u Teâlâ’nın baktığı yer…”Allâh adamlarının kalpleri,Hak’ın nazargâhıdır.O kalplere girmiş olanlara da,o nazardan nasîp erişir.” (Ali Râmitenî)

“Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hüdâ’dır bu, Nazargâh-ı İlâhîdir Makâm-ı Mustafâ’dır bu.” (Nâbi)

(60) İnsanın ölümü ile başlayan sonsuz hayat.Âhirete îmân,inanılması lâzım olan altı esastan beşincisidir.Allâh-u Teâlâ,Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyur

ki:”Kim de mü’min olduğu halde âhireti ister ve onun için gereken şekilde çalışırsa,işte onların çalışmaları makbûl olur.” (İsrâ sûresi: 19) “Dünya için

dünyada kalacağın kadar çalış.Âhiret için orada sonsuz kalacağına göre çalış.Allâh-u Teâlâ’ya, muhtaç olduğun kadar itâat et.Cehennem’e dayanabileceğin

kadar günâh işle. (Hadîs-i Şerîf-Eyyühel Veled)

(61) Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbur olan;Allâh-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarından mesûl olan;îmânı olan, akıl bâliğ olan kimse.”Mükellef olan

erkek ve kadının birinci vazîfesi; Ehl-i Sünnet Âlimleri’nin yazdıkları akâit bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır.” (İmâm-ı Rabbânî)

(62) Kâfirlerin devamlı,günahkâr Müslümanların ise günahları kadar âhirette azap görecekleri yer. Allâh-u Teâlâ,Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyurdu ki:”Kim

Allâh-u Teâlâ ve Resûlü’ne ısrarla isyân eder,inkar etmek sûretiyle Allâh-u Teâlâ’nın koyduğu sınırları çiğneyip geçerse,onu içinde sonsuz kalıcı olarak cehen-

neme koyar.Bunlara cehennemde, çok acı azâp vardır.” (Nisâ Sûresi:14) “Cennet ve cehennem hâlihâzırda vardırlar ve ebediyen kalıcıdırlar.” (Ömer Nesefî)

(63) Kendini kusurlu görerek günâhlara tövbe etmek,Allâh-u Teâlâ’dan af dilemek.”Tövbe-i istiğfar devamlı olmalıdır. Haramları ve şüpheli şeyleri,öldürücü

zehir bilmelidir.” (İmâm-ı Rabbânî)

Page 9: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

16 17

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

Gerçek bir mü’min olacaksak,bize Müslüman denilecekse yani Resûlullah’ı (s.a.v.) örnek alacaksak;kitabı ve sünneti örnek alacaksak,Sâdâd-ı Kirâm’ı ve Sahâbe-i Kirâm’ı örnek alacaksak mecburuz güzel ahlâkla bezen-meye.Allâh (c.c.) muhafaza etsin,yoksa münafık(64) oluruz.Münâfığın da cemâat içinde yeri yoktur. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.),münâfıklara dahi güzel ahlâkla muamele etti.Bu sebeple kâmil şeyhlerin,mürşitlerin,idare edicilerin ahlâkı da aynıdır.Münâfıkları tek tek bilirler ama yüzlerine söyleme-zler: “Sen münâfıksın!” diye;çünkü Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) demedi.Onları devamlı cemiyet içerisinde oturturdu.Yalnız âhirete gideceğine yakın,Hz. Huzeyfe’yi (r.a.) yanına çağırdı ve ona anlattı: “Filan kşiler münâfıktır,dikkat edin size zararları olmasın;İslâmi cemiyeti ve cemâati dağıtmaya kalkmasınlar.” dedi. Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyuruyor ki: “Ben,Huzeyfe’yi (r.a.) tâkip ederdim.Bir sahâbe vefat ettiğinde eğer onun namazını kılmışsa,ben de kılardım.Onun cenaze namazını kılmamışsa,ben de kılmazdım.Bilirdim ki,o ölen münâfıklardan bir tanesidir.” Tasavvuf;zerre kadar farkı olmadan kitabın,sünnetin,Resûlullah’ın (s.a.v.) ve Sahâbe-i Kirâm’ın ahlâkıyla ahlâklanmak ve onlar gibi yaşamaktır.Temiz insandan temiz ahlâk,güzel insandan güzel ahlâk ortaya çıkar;güzel sözler ve iyi şeyler meydana gelir. Akıl ve bâliğ(65) olan insana vâcib(66) sayılan ilk şey;Allâh’ın (c.c.) vahdâniyetine(67), birliğine inanmaktır.Kur’ân-ı Kerîm’in Zâriyât Sûresi’nin(68) 56. Âyet-i Kerîmesi’nde şöyle buyruluyor: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” Ehhl-i Sünnet üzerineysen bu âyeti kendine rehber edinmelisin.Bunu kendine rehber edinemiyorsan,o zaman sen -kendini- başka yerde bulursun.Unutmamalı ki,tevhîde(69) götüren en mükem-mel yol,ilimdir.(70)Bu sebeple,dinimizde “ilim tahsili” farz kılınmıştır. Kur’ân’da,Nahl Sûresi’nin(71) 43. âyetinde şöyle buyruluyor: “Bilmiyorsanız,ilim sahiplerine sorun,öğrenene kadar…”

(64) İnanmadığı halde Müslümanları aldatmak için inanmış görünen kimse.Allâh-u Teâlâ,Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyuruyor ki:”Ey münâfıklar! Allâhü

Teâlâ,sizi kendi hâlinize bırakmaz.Hâlis mü’minleri münâfıklardan ayırır.” (Âl-i İmrân Sûresi:179) “Münâfık,iki sürü arasında bulunan bir koyun gibidir ki,o,bir

defa bu sürüye diğer defa öbür sürüye katılır.” (Hadîs-i Şerîf-Sülûk-ül-Ulemâ)

(65) Faydalı ve zararlı olanı birbirinden ayırabilen ve evlenme çağına gelip gusül abdesti almaya başlayan akıllı kimse.” Âkıl bâliğ olduktan sonra kişi yetim

sayılmaz.” (Hadîs-i Şerîf-Râmûz-ul-Ehâdîs) “Âkıl ve bâliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazîfesi,Ehl-i Sünnet âlimlerinin yazdıkları inanılacak şeyleri öğrenmek

ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette yani öldükten sonra cehennem azâbından kurtulmak,onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır.” (İmâm-ı Rab-

bânî)

(66) Kur’ân-ı Kerîm’de açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbenin açıkça bildirmesi ile anlaşılmış olan emirler. Şâfiîlere göre vâcip denince farz anlaşılır.

(67) Allâh-u Teâlâ’nın zâtî sıfatlarından.Allâh-u Teâlâ’nın zâtında,sıfatlarında ve işlerinde tek olup ortağı olmaması. ”Vahdâniyyet sıfatı ve diğer zâtî sıfatların

hiçbiri varlıkların hiçbirinde yoktur.Yalnız Allâh-u Teâlâ’ya mahsûsturlar. Bunların sonradan yaratılan varlıklara hiçbir sûrette bağlantıları yoktur.” (Hâlid-i

Bağdâdî)

(68) Kur’ân-ı Kerîm’in elli birinci sûresi.Zâriyât Sûresi,Mekke’de nâzil oldu. Altmış âyettir.Zâriyât kelimesi ile başladığından bu isim verilmiştir.”Sûrenin başındaki

âyet-i kerîmeler,öldükten sonra dirilmenin,âhiret hayatının ve âhirette mükâfât ve cezânın vukû bulacağını pek muazzam kudret eserlerinin bir kısmına yeminle

beyân edilmiştir.” (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî)

(69) Allâh-u Teâlâ’nın bir olduğuna inanmak,O’na kimseyi ortak etmemek.”Yani Lâ ilâhe illAllâh” sözünü,mânâsına inanarak söylemek.İnsanların ilk dîni tevhît

dînidir.İlk insan ve ilk peygamber Âdem Aleyhisselâm’dır. İnsanlar, peygamberlere aleyhimüsselâm uydukları müddetçe tevhît inancı üzere devâm ettiler fakat

kendi başlarına gittiklerinde hep yanlış yollara saptılar.Tevhît inancından ayrıldılar.Allâh-u Teâlâ’dan başka şeylere,putlara taptılar.İslâmiyet geldiği sırada Kâbe-i

Muazzama’da 360 put vardı.İslâmiyet,putperestliği ve putları ortadan kaldırarak tevhît inancını yerleştirdi.

(70) Bir şeyi hakkıyla bilmek,anlamak.Cehlin zıddı.Bir şeyin sûretinin,görünüşünün zihinde şekillenmesi,bilgi.Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyruldu

ki:”Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler,ilimlerini insanlardan saklarlarsa, Allâh’ın ve lânet edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun.” (Nisâ Sûresi:

30) “İlim,Çin’de de olsa onu alınız.Zîrâ ilim öğrenmek,kadın-erkek her Müslüman’a farzdır. (Hadîs-i Şerîf-İbn-i Mâce)

(71) Kur’ân-ı Kerîm’in on altıncı sûresi.Nahl Sûresi’nin son üç âyeti Medîne’de,diğer âyetleri Mekke’de nâzil oldu.Yüz yirmi sekiz âyet-i kerîmedir.Altmış sekizinci

âyette bal arısından söz edildiği için,Sûret-ün-Nahl denilmiştir. Sûrede; Allâhü Teâlâ’nın kudretini gösteren yaratıklardan bahsetmek sûretiyle insanlar gafletten

uyanmaya dâvet edilmekte,bu âlemdeki nice varlıkların insanlara hizmetçi ve fayda verici olduğu bildirilmekte,insanların seçkin bir varlığa sâhip oldukları ve

insanoğlunun doğru yola ve hidâyete kavuşabilmeleri için,kendilerine vahiy gönderilen peygamberlere muhtaç oldukları bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Râzî,

Taberî, Ebû Hayyân)

Soruyorsan,beni dinle…Dinlemeyeceksen,git ilim öğren;ama üçüncü olma.Hem bilmiyor, hem öğrenmiyor,hem de sormuyorsun!Lâkin ortalığı bozuyorsun;dilin ile kesiyorsun,gözün ile yakıyorsun.Bu haller Müslüman sıfatı değildir.Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu mevzu ile alâkalı olarak şöyle buyurmuştur: “İlim öğrenmek,kadın ve erkek her Müslüman’a farzdır.” Meselâ,namaz kılmak sana farzdır.(72)Niye öğrenmiyorsun? “Fabrikada çalışmak farzdır!” diye bir âyet var mı?Hayvanlar âleminin hangi mensubu fabrikada çalışıyor?Canlılar âleminin hangi üyesi,hangi sendikaya veya sigortaya bağlı?Canlı varlıkların cümlesi;sabahleyin yuvalarından aç çıkar,akşam olunca tamamı yuvasına tok döner.Allâh (c.c.) onları nasıl doyuruyor? Sen doyamayacak mısın?Aç mıyız;açıkta mıyız?Hepimizin yağı-kilosu fazla,kantara çıksak teraziyi bozacağız.Bu dünya hırsı niye?Ne zaman terbiye edeceğiz bu hırsı?Bütün bunlar hasedin bir şubesidir;haset ise nefsin kancık bir şubesidir. Allâh-u Teâlâ,yeryüzünü parasız,pulsuz ve karşılıksız olarak hizmetimize sundu ve şöyle buy-urdu: “Yiyiniz,içiniz,yeter ki israf etmeyiniz.”(73) Allâh-u Teâlâ,nice nimetleri bedâva hizmetimize sundu.Her türlü meyve ve sebze için Allâh-u Teâlâ’ya ücret ödeyeniniz var mı?Nimetleri bizlere para ile satan kullardır. Allâh’ın (c.c.) farz kıldığı ilmi ve hikmeti öğrenin.Ne buyuruyordu Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tekrar hatırlatalım: “İlim öğrenmek,kadın ve erkek her Müslüman’a farzdır.” Allâh-u Teâlâ’nın biz kullarına verdiği nimetler sayılamayacak kadar çoktur.Hatta,Nahl Sûresi’nin 18. âyeti bu hakikâti en güzel şekilde açıklamaktadır: “Allâh’ın (c.c.) nimetlerini saymak isterseniz,sayamazsınız.” Nimete gark olanın,o nimete şükretmesi farzdır.Şükretmek için de,nimet sahibini bilmek farzdır.Her şeyin Allâh’tan (c.c.) geldiğini bilen hakikât ehlinden olmak mühimdir. İnsan,kendini terbiye etmelidir.Bu ancak ilim yoluyla olur.İlim olmadığı ve câhil olduğumuz için olmayacak rezillikler yaşıyoruz ve çukurlara düşüyoruz.Reziliz dedik ya,rezilliğimiz keşke dünya hayatı ile sınırlı kalsa da ebedî âlemde rezil olmasak! Herkesin bilmekle sorumlu olduğu farzlar vardır.Edille-i Şer’iyye(74) ve Ef’âl-i Mükellefîn(75) gibi.Farz olan ilimler deyince,Farz-ı Ayn ve Farz-ı Kifâye’yi bilmek icap eder. Farz-ı Ayn:Her Müslüman’ın yerine getirmesi lâzım olan farz demektir. “İmânı yani Ehl-i Sünnet İtikâdı’nı,iyi ve kötü huyları öğrenmek Farz-ı Ayn’dır.Abdesti,guslü,namazı,orucu ve haramları da her Müslüman’ın öğrenmesi Farz-ı Ayn’dır.”(76) Farz-ı Kifâye:Müslümanların bir kısmının yerine getirmesi ile diğerlerinden düşen farz demektir.“Kur’ân dinlemek Farz-ı Kifâye’dir,okunmasından ve nâfile ibâdetlerden daha sevaptır.”

(72) Allâh-u Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de yapılmasını açıkça bildirdiği emirler.”Kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz.Kulum nâfile

ibâdetleri yapınca,onu çok severim.Öyle olur ki,benimle işitir.Benimle görür. Benimle her şeyi tutar.Benimle yürür.Benden her ne isterse veririm.Bana sığınırsa,onu

korurum.” (Hadîs-i Kudsî-Buhârî) ”Allâh-u Teâlâ’nın razı olduğu işler,farzlar ve nâfilelerdir.Farzların yanında nâfilelerin hiç kıymetleri yoktur.Bir farzı vaktinde

kılmak,bin sene nâfile ibâdet yapmaktan daha çok faydalıdır.Hattâ bir farzı yaparken, bunun sünnetlerinden bir sünneti ve edeplerinden bir edebi yapmak da başka

nâfileleri yapmaktan kat be kat daha kıymetlidir.” (İmâm-ı Rabbânî)

(73) A’raf Sûresi:31

(74) Din bilgilerinin elde edilmesine esas olan ve bunlara bağlı bulunan deliller.Edille-i Şer’iyye dörttür: Kitâb (Kur’ân-ı Kerîm),Sünnet (Peygamber efendimizin söz,

fiil ve takrirleri,bir iş yapılırken görüp de ona mâni olmadıkları şeyler),İcmâ (müçtehit âlimlerin dînî bir işin hükmünde söz birliği etmeleri),Kıyâs (hükmü bilinmeyen

bir şeyi hükmü bilinene benzeterek anlamak). (Abdülganî Nablüsî) “İslâmiyet,Edille-i Şşer’iyye ve ona bağlı ikinci derecedeki delil ve vesîkalar ile bize gelmiştir.Bu

delîllere dayanmayan ve bunların dışında kalan her şey bid’âttir,ret olunur.” (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

(75) İslâm Dîni’nde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü ve sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar.

Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri),din bilgileri.Ef ’âl-i Mükellefîn sekizdir: Farz,vâcip,sünnet,müstehâb,mubâh,harâm,mekrûh,müfsid. Bunları fıkıh ilmi öğretir.”Ef ’âl-i

Mükellefîn’i yerine getirmek çok kolaydır.Kalbi bozuk olana güç gelir.Bir çok işler vardır ki,sağlam insanlara kolaydır.Hastalara ise güçtür. Kalbin bozuk olması,şerîata

İslâmiyet’e tam olarak inanmaması demektir.Bu gibi insanlar, inandım dese de hakîkî tasdîk değildir.Laf ile tasdîktir.Kalpte hakîkî tasdîkin,doğru îmânın bulunmasına

bir alâmet, Ef ’âl-i Mükellefîn’i yerine getirmekte kolaylık duymaktır.” (İmâm-ı Rabbânî)

(76) İmam-ı Rabbânî

Page 10: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

18 19

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

(77) “Cenâze namazını kılmak,ölüye hizmeti ve sanat ve ticaret bilgilerini öğrenmek Farz-ı Kifâye’dir.” (78) “Bir âyet ezberlemek Farz-ı Ayn’dır.Fâtiha ve üç âyet veya bir kısa sûre ezberlemek vâciptir.Kur’ân-ı Kerîm’in hepsini ezberlemek Farz-ı Kifâye’dir.” (79) “Ef’âl-i Mükellefîn sekizdir” demiştik.Şimdi bunları kısaca açıklayalım: 1.Farz:Allâh-u Teâlâ’nın,Kur’ân-ı Kerîm’de yapılmasını açıkça bildirdiği emirlerdir.Farzları yapan sevâp kazanır,özürsüz yapmayan azâp çeker;inkâr eden dinden çıkar. 2.Vâcib: Kur’ân-ı Kerîm’de açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin açıkça bildirmesi ile anlaşılmış olan emirlerdir.Vâcipleri yapan sevâp kazanır,özürsüz olarak yapmayana azâp gerekir. 3.Sünnet: Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mübârek sözleri,işleri ve görüp de mâni olmadığı şeylerdir.Sünneti yapanlar sevâp kazanır,yapmayan azarlanır. 4.Müstehab:Sevilen,beğenilen iş ve davranışlardır.Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bazen âdet olarak yaptıkları;yapılınca sevâp verilen yapılmayınca günah olmayan şeylerdir. 5.Mubâh:Dinimizde yapılması asla emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylerdir.Yapan sevâp kazanmaz,yapmayan azarlanmaz. 6.Harâm:Cenâb-ı Allâh’ın Kur’ân-ı Kerîm’de yapmayınız diye açıkça yasak ettiği şeylerdir. Haram işleyene ceza ve azâp gerekir.İnkâr eden dinden çıkar. 7.Mekrûh:Hoş görülmeyen,beğenilmeyen şeylerdir.Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in (s.a.v.) beğenmediği ve ibadetin sevâbını gideren şeylerdir.Yapmayan sevâp kazanır. 8.Müfsid:Başlanılan bir ibâdeti bozan şeylerdir. NEFSİN MERTEBELERİ İnsanın,daima kötülük yapmak ve günah işlemek isteyen nefsini hesaba çekip,kontrol etmesi ve gerektiğinde onu cezalandırması gerekir.Buna “Nefis Muhasebesi” adı verilir. Şimdi de nefsin mertebelerini maddeler halinde işleyelim: 1-NEFS-İ EMMÂRE:Kötülüğü emreden nefistir.İnsanın bütün kötülükleri Nefs-i Emmâre’de toplanmıştır.Tasavvuf bilginleri Nefs-i Emmâre’yi “Bedensel hazlara meyilli,her zaman lezzet ve şehvetle emreden,kalbi süflî yöne çeken kuvvet” şeklinde tarif ederler. Allâh Teâlâ,Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf Aleyhisselâm’ın dilinden nefsin kötülükleri işlemeyi, hevâ ve hevesi doğrultusunda Allâh’ın emirlerine muhalefet etmeyi arzuladığını ve sahibini buna yönelmek için zorladığını bildirmektedir:”Yusuf, nefsimi temize çıkaramam.Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç,nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir...”(80) Bu merhalede olan sâlık iki şeye şiddetle sarılır ve onları besler.Bunlar; -Hevâ ve heves -Enâniyet (Bencillik) Hevâ,bedensel icaplara yönelip ulvi oluşlardan nefret etmek ve süflî oluşlara koşmak meylini ifade eder.Enâniyet ise ruhun esasına ait olması gereken özellikleri,sıfatları bedene mâl etmeyi hedef tutar.Nihayet öyle bir an gelir ki; insan sadece kendisinin değil,çevresindeki şeylerin de yaratıcısı, hakimi olduğunu vehmetmeye başlar.Enâniyet başlangıçta gizli şirk olarak görülür ve giderek açık şirk haline dönüşür.Bu mertebedeki nefis,her türlü arzusunu çekinmeden gerçekleştirir.İç âleminde hiçbir muhâsebe ve vicdân kaygısı duymaz. “Nefs-i Emâre hiç iyilik yapmak istemez,hep kötülük yapmak ister.Kendisine ve başkalarına zararlı olan şeyleri sever.İnsanın dünya ve âhirette saâdete kavuşması için nefsine uymaması,onu zayıflatıp zarar yapamayacak hale getirmesi lâzımdır.” (81) “İnsanların Nefs-i Emâresi;mevki sahibi olmak,başa geçmek sevdasındadır.Onun bütün arzusu şef olmak,herkesin kendisine boyun bükmesidir.Nefsin bu arzuları ilâh olmak,mâbut olmak,

(77) Halebî-yi Kebîr

(78) Yûsuf Sinâneddîn

(79) Alâüddîn-i Haskefî

(80) Yusuf Sûresi:53

(81) Ahmed Fârûkî Serhendî

herkesin kendisine tapınmasını istemektir.” (82) Kalbimizde bulunan haset,hırs,kin,gurûr,kibîr,fesât vb. hastalıkları terbiye etmemiz lâzımdır. Bütün bunlar ancak bir Mürşîd-i Kâmil(83) vasıtasıyla terbiye edilebilir.Böylece yükselir ve nefsin diğer mertebesine geçeriz. 2-NEFS-İ LEVVÂME:Kötü işlerden dolayı daima kendisini kınayan ve ayıplayan nefistir. Levvâme,kelime mânâsıyla kınayan demektir.Bu sıfat,Kur’ân-ı Kerîm’in “Kıyâme Sûresi”nin ikinci âyetinde:“Kusurlarından dolayı kendini kınayan nefse de yemin ederim ki, diriltilip hesaba çekileceksi-niz.” şeklinde ifade edilmektedir.Bu nefsin özelliklerini şöyle özetlemek mümkündür: “Nefis,ya kötülüğe girişmeyi düşünmez veya kötülüğe girdiği zaman pişman olur.Tövbe etmeye oldukça meyillidir.İşlediği günahlar için vicdanında sızlama meydana gelir.” “Bilmiş ol ki;en büyük düşmanın,seni kuşatan nefsindir.Hep kötülüğü emreder şekilde yaratılmıştır.İşi,iyilikten uzaklaşıp fenalığa meyletmektir.Onu tezkiye edip doğrultmak,Rabbine ve Hâlıkına ibâdet için zincire vurmak,arzularından alıkoyup zevklerinden uzaklaştırmakla me’mursun.Şâyet biraz ihmâl edersen azar ve bir daha önüne geçilmez hâl alır.Durmadan onu uyarır,kınar ve levmedersen,o zaman Nefs-i Emmârelik’ten çıkar da Allâh-u Teâlâ’nın kendisine yemin ettiği Nefs-i Levvâme haline döner.” (84) 3-NEFS-İ MÜLHİME:Mülhime kelime olarak “ilhâm eden ve ilhâm alan” demektir. Gerektiği zaman Allâh (c.c.) tarafından kendisine hakikâtler ilhâm edilen,kötülüklerden arınmış nefistir.Yani nefis ilham almaya müsait hale gelmiştir.Bu mertebedeki nefis;kötüden tiksinti duyarak kaçmaya başlar,iyiye bir tür mutluluk duygusuyla kucak açar.Malûm ola ki,Nefs-i Mülhime’de bulunan sâlikin hâli,Nefs-i Levvame’de olan sâlikin hâli gibi değildir.Yani,nefsine levm ederek tövbe ve istiğfar ettiği günahını,fırsat geçince kendini tutamayarak bir daha işlemesi vuku bulmaz.Zira nefis bir derece daha Ruh-u Sultan’ın hâli ile hâllenmiştir ve sâlık tövbesinde sabit olarak durur. “Nefs-i Mülhime’ye kavuşmuş bir kimse;ilim,kanâat,tevâzu,ve hüsn-i zan sahibidir.Sabırlı ve tahammül-lüdür.Özrü kabul eder.Her türlü eziyetlere katlanır.”(85) Nefsini terbiye etmeyi sürdüren ve buna muvaffak olan kişi,Nefs-i Mülhime’ye geçer.Nefsin bu mertebesi İnşallâh-u Teâlâ,Ehl-i Cennet’tir.Az bir miktar cehenneme uğrasa bile,Rabbü’l-Âlemîn onu affeder ve cennetine koyar.Lâkin,Müslüman bu mertebeyi de yeterli görmemelidir. 4-NEFS-İ MUTMAİNNE:Îmân etmiş olan nefistir. Allâh-u Teâlâ’yı anmakla huzura eren, İslâmiyet’in emirlerini yapmak kendisine ağır gelmeyen nefis de diyebiliriz.Resûlullah’ın (s.a.v.) ahlâkı,en azından itminân sıfatından sonra başlar ki;buna “Mutmaine Nefsi” derler.Âyet ile sabit olduğu üzere,bu mertebedeki ahlâkı kazanmak her Müslüman üzerine farzdır.Allâh-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyuruyor ki:”Ey mutmaine olan nefis!Râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön.Seçilmiş kullarım arasına karış ve Cennet’ime gir.” (86) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şu şekilde duâ etmiştir:”Allâh’ım!Sana kavuşmaya îmân eden, kazâna razı olan ve verdiğine kanâat getiren Nefis-i Mutmaine isterim.” (87)“Nefis-i Mutmaine’ye kavuşmuş olan insanlar sabırlı,yumuşak ve güler yüzlüdürler.Ayıpları örter,

(82) İmam-ı Rabbânî

(83) Tasavvufta kemâle gelmiş,olgunlaşmış,evliyâlık mertebelerinin sonuna ulaşmış,kâbiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zât.”Mürşîd-i Kâmil’in bakışları, kalp

hastalarına şifa verir. Onun teveccühü yani kalbini bir kimseye çevirmesi; kötü,çirkin huyları insanların kalbinden siler, süpürür.” (İmâm-ı Rabbânî)

(84) İmâm-ı Gazâlî

(85) Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri

(86) Fecr Sûresi: 27-30

(87) Hadîs-i Şerîf-Nesâih-ül-İbâd

Page 11: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

20 21

www.halilurrahman.com www.facebook.com/fethurruh

kusurları affederler.Allâh-u Teâlâ’ya tam teslim olmuşlardır.Çok ibâdet yaparlar ve cömerttirler. İslâm Dîni’nin emirlerinden bir karış ayrılmazlar.” (88) Malum ola ki,Nefis-i Mutmaine’de sâbit bulunan zevâtın halleri şöyle olur:Bunlar,artık tered-dütlerden ve iç kuruntulardan kurtulmuşlardır.Teslim-i külli ile teslim olmuşlardır.Yani kendiler-ine kalp itminânı mülk olmuş,zahiren ve bâtınen işittiği şeyleri tereddüt etmeden kabul etmeye başlamışlardır. Nefs-i Mutmaine ile sıfatlanan zevât ne vakit murakabeye otursalar,tecellî ihsân olunur.Bu zevâta velî adı verilir. Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) nefisle ilgili hâdisi vardır ki şöyle nakledilir:Efendimiz ve Sahâbe-i Kirâm “Uhud Harbi”nden dönerlerken,iki cihân serveri buyurur ki;“-Küçük cihâttan dönüyoruz büyük cihâda.”“-Yâ Resûllulah!Bundan büyük cihât mı olur?Bir sürü şehit verdik,perişan olduk.”“-Evet,bundan daha büyük cihât,nefis ile olan cihattır.”Sordular Efendimiz’e (s.a.v):“-Yâ Resûllulah!Nasıl bir şeydir bu nefis?”“-VAllâhi içinizden en kahramanları onu görse,o anda korkudan ödü patlar,ölür kalır!”Nefis,işte böylesine korkutucu ve pis bir şeydir.Sıfatları da tabiî ki kötüdür.Onu görseniz diliniz tutulur,perişan olursunuz.Onun için sofîler(89) nefislerini rüyada çok korkunç bir canavar,robot veya uzaylı yaratık şeklinde görürler.5-NEFS-İ RÂDİYYE:Allâh’tan (c.c.) razı olan,O’ndan gayri her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbine nazar eden nefis demektir.Bu mertebeye ulaşan nefis,kendi iradesini Cenâb-ı Allâh’ın iradesine teslim eder;O’nun için sever,O’nun için kızar,O’nun için yaşar.Acı tatlı her şeyde ilâhi rızayı arar ve edebi korur.Herkese rahmet olur,kimseye sıkıntı vermez.Bütün insanlara şefkât gözüyle bakar. “Nefs-i Râdiyye,Rabbinden razı ve hoşnut olan nefis demektir. “Nefs-i Râdiyye’ye kavuşan kim-senin duasını Allâh-u Teâlâ reddetmez.Fakat edep ve hayasından bir şey isteyemeyen,Allâh (c.c.) katında azîz ve kıymetlidir.”(90)6-NEFS-İ MARDİYYE:Bu mertebede olanların aralarında korku ve düşmanlık kalmamış, birbirler-ine alışmış ve birbirleriyle Allâh’ın (c.c.) rızası için dost ve kardeş olmuşlardır.Bunlar birbirlerinden emin ve razı olduklarından bu makama da “Nefs-i Mardiyye” adı verilmiştir. Derler ki Cenab-ı Allâh,o kimseye vekil tayin olunan Kirâmen ve Kâtibiyn meleklerinin ellerinden,o zâtın amel defterini alır;gelmiş geçmiş küçük ve büyük bütün kusurlarını affeder ve Masumiyet Hilati’ni giydirdikten sonra Kirâmen ile Kâtibiyn meleklerine şöyle buyurur:“Ey Meleklerim!Bunca zamandır sizleri bu kulumun hizmetine tayin etmiştim.Şimdi ben bu kulum-dan razıyım.Sizler de razı mısınız?” Onlar da şahitlik ederler ve:“Yâ Rab!Bizler,bu kuluna hizmet edeliden beri zerre kadar rızana aykırı bir halde bulunmadı.Bizleri üzüp bizlere eziyet etmedi.Bizler de kendisinden kat be kat razıyız.” derler.Bu nefiste rızanın en mükemmeli olan Allâh’ın (c.c.) kuldan razı oluşu gerçekleşmiştir. Kusurlarını bilen,kendisinden razı olunan nefistir.Allâh-u Teâlâ’nın indinde makbul olan nefis mertebesi de diyebiliriz Nefs-i Mardiyye’ye. “Dön Rabbine,rabbin senden razı olarak” (91) âyeti tecellî etmiştir ki ne mutlu bu mertebeye erişebilen kullara.Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri,bu nefisten bahsederken şöyle buyuruyor:“Nefs-i Mardiyye’ye kavuşan kimse,verdiği her sözü yerine getirir.Adâletten ayrılmaz,kerem sahibidir. Herkese lâzım olan bilgileri -karşısındakinin-anlayabileceği derecede söyler.”7-NEFS-İ KÂMİLE:Kemâle ermiş,kusursuz,tam arınmış nefis demektir.Bu makama Sâfiye veya Sâliha Nefis de denir.Nefis-i Kâmile sahipleri,nefsin basamaklarında en üst noktaya ulaşmıştır. Şöyle de denilebilir: “Cenâbı Hakk’ın ilminden ve kudretinden ihsân etmesi ile gizli sırları öğrenme mutluluğuna erişen kul,dünyadaki makamların en yücesine yükselmiştir.” Kişinin diğer nefislerde içinde yaşadığı o fırtınalar gitmiş, ruhu sakin bir limana yanaşmıştır. Öyle ki bilinen ve bilinmeyen âlemleri ziyaret edebilir.Cisimlerin moleküllere ayrılarak enerji dalgası haline dönüştürüldükten sonra istenilen bir yere gitmesi ve orada tekrar yoğunlaşması, şüphesiz ilâhî ilim için tabii bir neticedir.Zaman ve mekân sorunu olmadığından, zaman ve mekân ötesine

ulaşabilir.” Ben kulumu sevdiğim zaman -onun- duyan kulağı, gören gözü,tutan eli olurum.” sözünün sırrı tam mânâsıyla tecellî etmiş olur. Bu mertebede -aslında- peygamberlerin nefsi bulunur.Kendi varlığı yok olmuş,Cenâb-ı Hakk ile bütünleşmiştir.Diğer velilerde kısım kısım bulunan özellikleri şahsında birleştirmiştir.Bu mertebe, Cenâb-ı Allâh tarafından insanlara gönderilen ilâhi bir ışık sayılabilir;çünkü Allâh-u Teâlâ dilediğini her zaman verme ve ihsânda bulunma halindedir.Dünyada Nefis-i Kâmile’den daha yüksek mertebeye ulaşmak mümkün değildir.Allâh (c.c.) cümlemize nasip etsin.Âmin.

(88) Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri

(89)Tasavvuf ehli.Kalbini gafletten ve Allâh-u Teâlâ’dan başka şeyler bağlamaktan koruyan, nefsini Allâh-u Teâlâ’ya itâate kavuşturan,pâk ve temiz bir kalbe sahip olan

kimse,velî,derviş.

(90)Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri

(91)Fecir Sûresi:28

Devamı İçin:

Düzenleyen: Nasibe

Page 12: EL-FETHU’R RUH    RİSALE-1

22

www.halilurrahman.com