dr emine belene
TRANSCRIPT
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
1/90
TC.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY ORD. PROF. MAZHAR OSMAN
RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
9. PSİKİYATRİ BİRİMİ
Şizofreni’de Anksiyete Belirtilerinin,
Pozitif, Negatif ve Depresif Belirtiler, İntihar Düşüncesi, İçgörüVe Yaşam Kalitesi Açısından İncelenmesi.
Uzmanlık Tezi
Dr. Emine BELENE
İstanbul - 2009
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
2/90
2
TC.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY ORD. PROF. MAZHAR OSMAN
RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
9. PSİKİYATRİ BİRİMİŞef: Doç. Dr. Hüsnü ERKMEN
Başhekim: Doç. Dr. Erhan KURT
Şizofreni’de Anksiyete Belirtilerinin,
Pozitif, Negatif ve Depresif Belirtiler, İntihar Düşüncesi,
İçgörü Ve Yaşam Kalitesi Açısından İncelenmesi.
Uzmanlık Tezi
Dr. Emine BELENE
İstanbul - 2009
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
3/90
3
Asistanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım klinik şefimDoç.Dr. Hüsnü Erkmen’e,
Tezimin gerçekleşmesinde büyük katkıları olan tez danışmanım ve şef yardımcımDoç.Dr.Y.Armağan Samancı’ ya,
Sağladığı çalışma ortamı nedeniyle Başhekim Doç. Dr. Erhan Kurt’a,
Rotasyonlarım sırasında bilgi ve deneyimlerinden faydalandığım Dr. Niyazi Uygur, Doç. Dr.Duran Çakmak, Doç. Dr. A. Solmaz Türkcan, Prof. Dr. Peykan Gökalp, Doç. Dr.Baki Arpacı,ve Doç.Dr.Yüksel Altuntaş’a, tez sürecine katkılarından dolayı Doç. Dr. M. Emin Ceylan’a,
Eğitimimde emeği geçen kliniğimiz uzmanları ve hastanemiz uzmanlarına, beraber çalıştığımıztüm asistan arkadaşlarıma,
Tüm 9. psikiyatri birimi hemşire ve yardımcı personeline, psikotik bozukluklar merkezi sevgilihemşiresi Seyhan Özkan’a,
Asistanlık sürecimin her aşamasında yanımda olan ve zorlukları paylaştığım Fulya’ya,
Desteklerini hiç esirgemeyen babama, kardeşlerime, varlığını hep hissettiğim annemeve Alp ailesine,
Yaşamın bana sunduğu en güzel armağan, sevigili eşim Ali’ye,
Kendilerinden mesleğim ve yaşam adına çok şey öğrendiğim hastalarıma teşekkür ederim…..
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
4/90
4
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .4
GENEL BİLGİLER
ŞİZOFRENİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..7ANKSİYETE KAVRAMI VE ANKSİYETE BOZUKLUKLARI . . . . . . . . . . . . . . .23 ŞİZOFRENİDE ANKSİYETE BELİRTİLERİ VEANKSİYETE BOZUKLUKLARI BİRLİKTELİĞİ……………. . . . . . . . . . . . . . . ..25
AMAÇ YÖNTEM VE GEREÇLER . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .43
BULGULAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .48
TARTISMA. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .66
SONUÇ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .76
ÖZET. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .78
ABSTRACT. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80
KAYNAKLAR. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 82
EKLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 90
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
5/90
5
GİRİŞ
Şizofreni, toplumun yaklaşık % 1’ini etkileyen, genellikle 25 yaşından önce başlayan, bütün
sosyal sınıflarda görülen, kişilerarası ve mesleki işlevselliği bozan ve süregen seyreden çok yönlü
bir hastalıktır. Başlıca belirtileri; sanrılar ve varsanılar, düşünce, konuşma ve davranış
bozuklukları, duygularda ve duygulanımda bozulmalar, bilişsel kayıplar ve irade kaybıdır.
Anksiyete, birçok ruhsal bozuklukta belirti olarak ortaya çıkan, normalde bireye yönelik olası bir
tehlike tehdidi karşısında bireyin harekete geçmesini sağlayan, gerektiğinde tehlikeden koruyan,
uyuma ve evrimsel olarak hayatta kalmaya yönelik bir biyolojik uyarıcı; tehdide göre orantısız,
gelecek yönelimli, öznel ve nesnel bedensel yönleri olan, olumsuz ve hoş olmayan bir
duygulanımdır. Beklenenden fazla ya da şiddetli olan, gereğinden uzun süren ve en önemlisi
kişinin günlük işlevlerini bozarak ya da yeti yitimi yaratarak yaşamı olumsuz etkileyen anksiyete
patolojik olarak kabul edilir.
Anksiyetenin şizofreni patofizyolojisindeki önemi uzun zamandır bilinmesine karşın,
şizofrenideki anksiyete belirtileri ya da sendromlarına ilişkin çalışmalar az sayıdadır. Bunun en
önemli sebebi psikiyatrik tanı sistemlerindeki hiyerarşik yaklaşımlarda, belirtileri kapsayıcı
hastalık ile açıklama eğilimi ve eşlik eden diğer hastalık tanılarının ihmal ediliyor olmasıdır. DSM
IV tanı ve sınıflandırma sisteminde ruhsal hastalıklarda eştanılı durumlara açıklık getirilmesiyle
birlikte, şizofreni ve anksiyete belirtileri/bozuklukları üzerine araştırmalar hızlanmıştır.
Klinik ve epidemiyolojik çalışmalarda şizofreni hastalarında anksiyete bozuklukları eştanısı
% 60’ın üzerinde bildirilmektedir. Klinikte şizofreni hastalarında OKB %0-35, panik bozukluk
%3.3-43, sosyal fobi %8.2-36.3, TSSB %1.3-51, YAB 2.5-16.7, agarofobi %3.8-16.7, özgül fobi
%2.5-13.6 sıklıkta bildirilmektedir.
Şizofreni hastalarında anksiyete belirtileri ya da bozuklukları; yineleme ve intihar riskini
arttırmaları, sosyal, mesleki işlevlerde ve yaşam kalitesinde bozulmaya yol açmaları nedeniyle
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
6/90
6
önemlidirler. Birçok çalışmada anksiyete belirtileri olan şizofreni hastalarının klinik gidişlerinin
daha kötü olduğu, sosyal geri çekilme, umutsuzluk ve depresif belirtilerin daha fazla bulunduğu,
buna karşılık içgörülerinin daha iyi olduğu belirtilmiştir. Şizofrenide anksiyete belirtileri yaşam
kalitesini etkileyen en önemli risk faktörü olarak bildirilmiştir.
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
7/90
7
GENEL BİLGİLER
ŞİZOFRENİ:
Şizofreni, toplumun yaklaşık %1’ini etkileyen, genellikle 25 yaşından önce başlayan, bütün
sosyal sınıflarda görülen, kişilerarası ve mesleki işlevselliği bozan ve süregen seyreden çok yönlü
bir hastalıktır(1).
Şizofreninin en belirgin ve genel özelliği kişiliği oluşturan öğelerde ve kişiliğin bütününde
mevcut düzensizlik, dağınıklık ve parçalanmadır. Hastanın duygularını ifadesinde, davranışlarında,
düşünce ve konuşmasında, yüz ifadesi ve yürüyüşünde, toplum ile ilişkilerinde düzensizlik,
tuhaflık ve dağınıklık vardır(2).
Psikiyatrik bozukluklar arasında belki de ‘adı’ en ürkütücü olan klinik tablo şizofrenidir. Bunda
hastalığın gidişinin diğerlerine göre daha kötü olduğu biçimindeki genel inanışın yanı sıra,
şizofreni tanısının neden olduğu damgalamanın da (stigma) önemli rolü vardır. Damgalama
yalnızca hastayı değil, onunla ilişkili her şeyi ve herkesi olumsuz etkilemektedir. ABD’de daha
önce şizofreni tanısı almış olmasına karşın son beş yılını tamamen iyi durumda ve çalışarak
geçirmiş bir bireyin toplumca kabul edilmesi, aynı durumdaki bir eski mahkuma göre daha güç
olmaktadır. Çünkü şizofreni damgası bireyleri bazı hak ve yararlardan yoksun bırakmaktadır(3).
Tarihçe
Şizofreninin geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. Şizofreni belirtilerini konu alan ilk metinlerM.Ö. 15. yüzyıla kadar uzanmaktadır. M.Ö. 1400 yıllarından kalmış Hint Veda yazılı metinlerinde
bugün şizofreni olarak nitelendirilebilecek bir takım olgular ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Yine eski
çağlara ait Çince metinlerde, Tevrat ve Talmut’ta, eski Yunan metinlerinde de şizofrenik
davranışlardan bahsedildiği görülmektedir(4). Carlsson (2003) eski Pharanoic Mısır yazılarında
(M.Ö.2. yüzyıl) depresif, demansif ve şizofrenik durumlara dair bilgiler olduğunu ve o dönemde
bu durumların kalp ve rahimle ilgili semptomlar olarak düşünüldüğünü öne sürmektedir. Hipokrat,
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
8/90
8
mizacı vücut salgılarının niteliği ile tanımlamış, akıl hastalıklarını mizaç özelliklerinin aşırılığı
olarak açıklamıştır. Eski Mısır’da da benzer bir görüşün benimsendiği düşünülmektedir(5).
M.S. 1. ve 2. yüzyıllarda büyüklük ve kötülük görme sanrılarının yanı sıra bilişsel işlevlerde ve
kişilikte yıkımla giden ruhsal bozukluklar tanımlanmıştır(6). Ortaçağdan 18. yüzyıla kadar
psikotik bireyler şeytanın ve kötü ruhların esiri olmuş, tanrının gazabına uğramış varlıklar olarak
nitelendirilmiş, toplum dışına itilmiş, hatta işkence ve ölüm cezalarına çarptırılmışlardır(7).
Ortaçağ Avrupası’na girerken metinlerde sözü edilen yardım çabalarının yerini korkunun ve
düşmanca duyguların aldığı görülmektedir(8). Bu dönemde kilise tarafından şeytanın esiri ve cadı
olarak nitelenen insanlar için yapılan tanımlamalar, şizofreni semptomlarıyla büyük ölçüdeörtüşmektedir(8,9). Bununla birlikte sözü edilen belirtilerin hiçbiri sadece şizofreniye özgü
olmadığından, eski yazılarda, Ortaçağ Avrupası’nda ve takip eden dönemlerde tanımlanan
davranışların bugün şizofreni diye adlandırılan durumla ilişkili olduğu kesin değildir. Bu da
şizofreni tarihçesi ile ilgili farklı fikirlerin ortya atılmasına neden olmuştur. Londra’daki Bethlem
Royal Hastanesi’nden Hare şizofreninin yeni bir hastalık olduğunu ileri sürerek, 1800’lü yıllardan
önce benzer bozukluklarla ilgili tanımlamaların çok az olduğunu söylemiştir. Hare’ye göre delilik
prevelansı, batı toplumlarında 19’uncu, diğer toplumlarda 20’inci yüzyılda artmaya başlamıştır ki
bu düşünce şizofreninin modern batı uygarlığının bir ürünü olduğu görüşüyle uyuşmaktadır(5).
Farklı yazarlar şizofreninin yeni ortaya çıkmış bir akıl hastalığı olduğu düşüncesini
desteklemektedir(9,10).
Şizofreninin araştırılmaya ve tedavi edilmeye değer tıbbi bir durum olarak değerlendirilmesi
ancak Avrupa’da kilise otoritesinin zayıflamaya başladığı, aydınlanma devrinin hızlandığı 18.
yüzyılda gerçekleşmiştir(9,5). 17. yüzyılda Willis (1672), belirgin bir neden olmaksızın kognitif
yıkımla seyreden, juvenile dementia praecox benzeri tablolar tanımlarken, şizofreniyle ilgili ilk
tanımlamalardan biri 19. yüzyılın ilk yıllarında Fransa’da Philippe Pinel tarafından yapılmıştır.
Pinel ruhsal hastalıkları beş kategoriye ayırmış, modern şizofreni ölçütlerini karşılayabilecek
hastaları “düşünce yeteneğinin bozulması ya da ortadan kalkması” diye adlandırdığı kategoriye
almıştır. Aynı dönemlerde İngiltere’de John Haslam “Deliliğe Dair İllüstrasyonlar” adlı kitabında
gençlik çağında başlayan, içe kapanma ve düşünce bozukluğu ile seyreden delilikten söz
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
9/90
9
etmiştir(11). Günümüzde bazı İngiliz psikiyatristler, şizofreniyi Pinel-Haslam hastalığı olarak da
nitelendirmektedir(7).
“Dementia preacox ” (erken bunama) kavramını ilk olarak Benedict Augustin Morel 1860’da
kullanmıştır. 1871’de Ewald Hecker “hebefreni”yi ve 1874’de Karl Kahlbaum “katatoni”yi
tanımladıktan sonra, tanınmış Alman ruh hekimi Kraepelin bu iki hastalık tipine paranoid ve basit
tipleri de ekleyerek, hepsini “dementia praecox” tanısı altında toplamıştır(12). Kraepelin 1896’da
dementia praecox olarak tanımladığı hastalığın organik etmenlere dayandığını, süregen seyrettiğini,
kişide bilinç, duygulanım ve irade alanında yıkıma neden olduğunu belirtmiştir(13). Dementia
praecox’un katatonik, hebefrenik, paranoid ve basit alt tiplerini tanımlamış, daha sonra bunuyinelemeler ve iyileşmelerle seyreden ve yıkıma yol açmayan manik-depresif psikozdan
ayırmıştır(7).
Klinik görünümlerinin ötesine geçerek, söz konusu bozukluğa eşlik eden zihinsel süreçleri
tanımlayan ilk araştırmacı İsviçreli Eugen Bleuler’dir. 1911’de yayınladığı “Dementia Praecox
veya Şizofreniler Grubu” adlı kitabında, bu bozukluğun erken yaşlarda başlamasının ve yıkımla
sonuçlanmasının zorunlu olmadığını, bunun sadece çok ağır olgularda görüldüğünü belirtmiştir.
Bu hastalıkta kişinin ruhsal hayatındaki yarılmanın (schisme) önemini vurgulayarak “schizo-
phrenia”, yani zihin bölünmesi, yarılması adını önermiş ve bu hastalığın dört temel semptomunun;
otizm, ambivalans, çağrışım bozukluğu, duygulanımda bozukluk olduğunu söylemiştir. Bleuler
organik etyolojiye Kraepelin kadar önem atfetmemştir, onun için şizofrenideki temel sorun
çağrışım bozukluğudur, sanrılar ve varsanılar çağrışım bozukluğuna ikincil ortaya çıkar(14).
20. yüzyılın ortalarında Kurt Schneider, özel işitsel varsanılar, özel sanrılar, edilgen olmayla
ilgili yaşantılar ve düşüncede yabancılaşmaya ilişkin bir grup belirti tanımlamış, bunları “birinci
sıra belirtiler” olarak adlandırmış ve şizofreni tanısında bunlara öncelik vermiştir. Bu belirtiler
şizofreniye özgü olmamakla birlikte güncel sınıflandırma sistemlerinde de özel önem taşımaktadır.
Schneider’in tanımladığı;
Birinci sıra belirtiler: Kendi düşüncelerinin yüksek sesle söylendiğini işitme, kendisine emir
veren, yönlendiren seslerin işitilmesi, kendisiyle kavga eden, tartışan seslerin işitilmesi, somatik
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
10/90
10
edilgenlik, düşünce çalınması, düşünce yayınlanması, düşünce sokulması, sanrısal algılar, duygu,
düşünce ve davranışta kontrol edilme ve etkilenme hezeyanları,
İkinci sıra belirtiler: Diğer hallusinasyon şekilleri, depresif veya öforik duygudurum
değişiklikleri, duygusal küntleşme, zihin bulanıklığı / şaşkınlık, ani sanrılı düşünceleri içerir(7).
Freud libidonun bedene ve benliğe yatırıldığı birincil narsisizm dönemini, egonun ve nesne
ilişkilerinin gelişiminden sonra yaşamdaki örseleyici olaylarla birlikte nesnelerden libidinal
yatırımın çekilerek benliğe yatırıldığı ve ego bütünlüğünün kaybolduğu ikincil narsisizm dönemini
tanımlamış ve şizofreninin egonun ilk ortaya çıktığı döneme kadar uzanan bir gerilemeden
kaynaklandığını öne sürmüştür(15). Lacan’a göre psikoz beden imgesinin dağılmasının yanındasimgesel olarak oluşturulmuştur(16).
Psikobiyoloji okulunun kurucusu olan Adolf Meyer, şizofreni ve diğer mental bozuklukları
çeşitli yaşam streslerine karşı birer tepki olarak değerlendirmiş, bu sendroma da bu yüzden
“şizofrenik reaksiyon” adını vermiştir. Kişilerarası psikoanalitik okulun kurucusu olan Harry Stack
Sullivan toplumdan yalıtımın şizofreninin hem bir nedeni, hem de bir belirtisi olduğu üzerinde
durmuştur(1).
Gabriel Langfeldt ise kuramsal formülasyonlara gitmektense ampirik deneyimlerden yola
çıkarak birtakım ölçütler tanımlamış ve bu bozukluğu “gerçek şizofreni” ve “şizofreniform psikoz”
olarak ikiye ayırmış; gerçek şizofreni tanısını sinsi bir başlangıç, otizm, duygusal küntlük,
depersonalizasyon, derealizasyon ve gerçek dışılık duyguları bulgularına dayandırmıştır(17).
1960’lı yıllarda Avrupa’da Schneiderian belirtiler yaygın kullanılırken, Amerika’da Bleuler’in
ölçütleri kullanılıyordu. DSM-III’ün yayınlanmasıyla birlikte Amerikan psikiyatrisinde Bleuler’in
hakimiyeti yerini Kraepelinci deskriptif yaklaşıma bırakmış, tanımlayıcı düzeyle sınırlı bir
şizofreni kavramı ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte Timothy Crow’un aynı yıllarda yayımlanan
ve şizofreninin pozitif ve negatif olmak üzere iki ayrı tipi olduğunu öne süren makalesi büyük
ilgiyle karşılanmıştır. Pozitif ve negatif belirtilerin Kraeplin döneminden beri bilinmesine rağmen
şizofrenin belki de ilk kez biyolojik karşılığı bulunan klinik alt gruplara ayrımı, pozitif-negatif ya
da tip 1-tip 2 tanımlamalarıyla gerçekleşmiştir. Negatif şizofreni kavramı ilk kez Crow (1980)
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
11/90
11
tarafından ortaya atılmamışsa da, kabul etmek gerekir ki Crow’un şizofrenide iki sendromu
tanımlamasıyla bu kavram psikiyatri literatüründe kalıcılık kazanmıştır. Negatif belirtilerin
şizofren hastaların toplumsal yaşantıya uyum sağlamalarında önemli olduğunun fark edilmesiyle
birlikte Bleuler’in şizofrenide asıl belirtilerin ambivalans ve otizm (bugünkü terminolojide negatif
belirtiler) olduğu görüşü yeniden değer kazanmaya başlamıştır(6,7,14). Sonuç olarak, DSM-III
tanı ölçütleri dışına itilen Bleulerci kavramlar daha ayrıntılı tanımlamalarla araştırma ölçeklerine
dönüşerek klinik değerlendirme sürecine geri döndüler. 1994 yılında yayımlanan DSM-IV tanı
ölçütleri negatif belirtilere de yer vererek bu dönüşü resmileştirmiştir(6).
Epidemiyoloji
Şizofreni sıklığı ve yaşam boyu yaygınlığının tüm dünyada eşit olduğu söylenmekle birlikte;
İsveç, İrlanda ve Hırvatistan’ın bazı bölgeleri ile Kanada’lı katoliklerde yüksek, Tayvan ve
Gana’daki bazı kabilelerde düşük yaygınlık oranları bildirilmiştir(6). Şizofreni tüm dünyada büyük
oranda kişisel ve ekonomik sorunlara yol açan en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir(9).
Tüm hastane yataklarının %25’inin işgal edilmesine, üretkenliğin yitimi ve sağaltımla ilişkili
olarak yüksek maliyete, %20 daha kısa yaşam beklentisi ve %10-15 intihar oranına yol açan
şizofreninin yaşam boyu yaygınlığı %0.5 %1,5 (ortalama % 1) arasında değişmektedir(17,18).
Şizofrenide yıllık insidans hızı 100.000’de 10 ile 54 arasında verilmektedir(6,7). Yaygınlık
ölçümlerine, şizoid kişilik bozukluğu, şizotipal kişilik bozukluğu, şizoaffektif psikoz, atipik psikoz
ve hezeyanlı bozukluk gibi şizofreni spektrum bozuklukları dahil edilecek olursa etkilenen kişi
sayısı artmaktadır(9).
Şizofreni genellikle 45 yaşın altında ortaya çıkar . 45 yaşından sonra başladığında geç başlangıçlı
şizofreni olarak tanımlanır. Geç başlangıçlı olgular, kadınlarda daha yüksek oranda görülmesi,
daha iyi mesleki işlevsellik öyküsü, daha fazla pozitif belirti göstermeleri, düşük dozda ve iyi
antipsikotik tedavi yanıtı ve daha az yıkıma uğramaları ile erken başlangıçlı olgulardan
ayrılırlar(1,6).
Erkeklerde ve kadınlarda eşit yaygınlıkta görülmekle birlikte, iki cinsiyette hastalığın başlama
yaşı ve gidişi farklıdır. En sık ortaya çıktığı yaş dönemi erkeklerde 15-25, kadınlarda ise 25-35
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
12/90
12
yaşlarıdır. Ortaya çıkma yaşı kadınlarda orta yaşlarda ikinci bir pik yapar. Kadın hastalarda gidiş
erkeklere göre daha iyidir(6).Erkek şizofreni hastalarının yarısından çoğu, kadın şizofreni
hastalarının ise üçte biri ilk kez 25 yaşından önce bir psikiyatri kliniğine yatırılmaktadır(17,19).
Sosyoekonomik düzeyi düşük olan bireylerde daha yüksek olduğu bildirilen yaygınlığın;
evlilerde, bekar ve ayrı yaşayanlardan daha düşük olduğu ve evliliğin hastalığa karşı koruyucu bir
unsur olduğu ileri sürülmektedir. Göç, viral enfeksiyonlar, doğum mevsimi, stres verici yaşam
olayları da risk etkenleri arasında sayılmaktadır(1,12 ,14).
Şizofreni yaygınlığı toplumda %1 iken, şizofreni hastalarının birinci derecede akrabalarındahastalık gelişme olasılığının yaklaşık 10 kat daha fazla olduğu bildirilmektedir. Kontrol denekleri
için %1 olan şizofreni riski, şizofreni tanısı almış kişilerin birinci derece akrabalarında %3-7’dir(6).
Bu oran ebeveyninden biri şizofreni hastası olan çocukta %12, her iki ebeveyni şizofreni hastası
olan çocukta %40, şizofreni hastasının kardeşinde %8, dizigot ikizinde %12 (%8-28), monozigot
ikizinde %47 (%33-78) olarak belirlenmiştir(6,7).
Çalışmalarda üzerinde durulan önemli bulgu, şizofreni gelişme olasılığının, kış ve baharın erken
dönemlerinde doğanlarda daha fazla ve baharın geç dönemi ve yaz mevsiminde doğanlarda ise
daha düşük olmasıdır. Şizofreni oluşumuyla ilgili viral varsayımlar; yavaş virüsleri, retrovirüsleri
ve viral yolla aktive olan otoimmun reaksiyonları içerir. Bazı çalışmalar hamileliğin ikinci üç ayı
sırasında influenza ile karşılaşılmasından sonra şizofreni sıklığında artış olduğunu göstermiştir(1 ,
20).
Geriye dönük olarak yapılan toplum çalışmaları şizofreni ile özellikle üç grup gebelik ve doğum
komplikasyonu arasında anlamlı ilişki olduğunu göstermiştir:
a- Gebelik komplikasyonları; Kanama, Rh uyuşmazlığı, gestasyonel diyabet, preeklampsi,
malnutrisyon,
b-Fetal gelişim bozuklukları; Düşük doğum ağırlığı, doğumsal malformasyonlar, baş çevresinin
kısa olması,
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
13/90
13
c- Doğum komplikasyonları; Rahim atonisi, asfiksi, acil sezeryan girişimi. Özellikle gebelik ve
doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalmasına yol açan durumların şizofreni riskini arttırdığı
düşünülmektedir(6).
İntihar şizofrenide sık görülen bir ölüm nedenidir. Şizofreni tanısı konulmuş kişilerde
tamamlanmış intihar riskinin yüksekliği oldukça iyi belgelenmiştir (e.g. Caldwell & Gottesman,
1990, 1992; Harris & Barraclough, 1997; Heila ve arkadaşları., 1997). İntihar düşüncesi ve
intihar teşebbüsü, herhangi bir zamanda intihar düşüncesi deneyimleyen ya da intihar teşebbüsü
öyküsü olan şizofreni hastalarının yarısında mevcuttur . (Fenton, 2000; Fenton, McGlashan,
Victor, & Blyler, 1997; Harkavy-Friedman ve arkadaşları., 2003; Kontaxakis ve arkadaşları.,2004; Nieto, Vieta, Gasto, Vallejo, & Cirera, 1992; Tarrier, Barrowclough, Andrews, & Gregg,
2004). Araştırmalar şizofreni hastaların en az %5-13’ünün intihar ederek öldüğünü
göstermektedir. İntihar riski; beyaz ırktan, genç, erkek cinsiyet, hiç evlenmemiş, hastalık öncesi
işlevsellik düzeyi iyi, post-psikotik depresyonu olan, madde kötüye kullanım ve intihar girişimi
öyküsü olan şizofreni hastalarında en yüksek olduğu konusunda fikir birliği mevcuttur. Ayrıca
umutsuzluk, sosyal izolasyon, hastaneye yatma, hastalık öncesi yüksek işlevsellik düzeyinden
sonra sağlık durumunda kötüleşme, yakın zamanda bir yakının kaybı veya reddedilme, dışardan
kısıtlı destek, ailesel stres veya instabilite şizofreni hastalarında intihar için risk faktörleridir(21).
Etyoloji
Günümüzde şizofreninin çok sayıda etkenin biraraya gelmesi ile oluşan bir hastalık olduğu
konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Genel olarak kabul gören iki vuruş varsayımına göre;
gelişimin erken dönemlerinde genetik ya da çevresel etkenlerle beyin gelişimi bozulmakta, bu
bozukluk kişi için yatkınlık yaratmakta, yaşamın sonraki dönemlerinde kişinin stresli bir
çevresel etkiyle karşılaşması üzerine şizofreni belirtileri gelişmektedir(6 ,7).
1. Nörogelişimsel varsayıma göre; şizofrenide beyin gelişimi sırasında patolojik süreçler
olduğu ileri sürülmekte, özellikle frontal, parietal, temporal ve limbik korteks arasında
anormal bağlantılara yol açan, anormal beyin gelişimi üzerinde durulmaktadır. Kortikal hatalı
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
14/90
14
gelişime ilişkin olası nedenler araştırılmış; genetik yatkınlık, viral enfeksiyonlar, gebelik ve
doğum komplikasyonları ön plana çıkmıştır(6 ,7 ,13,22).
Gebelikte ve doğum sonrası beynin nörogelişimsel sürecindeki anormalliklerin belli bir
latent dönemden sonra, ergenlik ya da genç erişkinlik dönemlerinde dopamine aşırı duyarlılık
gelişmesi, prefrontal kortekste bozulmuş dopamin işlevinin subkortikal dopamin
aktivasyonunu arttırması gibi patolojik olayları harekete geçirerek şizofreninin ortaya
çıkmasına yol açabileceği düşünülmektedir(7,13).
Şizofreni hastalarının hipokampus ve entorinal kortekslerinde, gelişimin ileri evrelerinerastlayan genç nöron göçünün hatalı olmasının hücre yapılanmasında potansiyel olarak hatalı
gelişime sebep olacağı, bunun hastalık etiyolojisinde önemli bir noktayı oluşturduğu, temporal
ve frontal lobların beyaz cevherlerindeki nöronların dağılımında oluşan değişikliklerin hatalı
göçe veya programlanmış hücre ölümündeki(apoptozis) değişikliklere bağlı olduğu
bildirilmektedir(14).
Beyin görüntüleme çalışmalarda en ısrarlı bulgu ventriküllerde genişlemedir. Lateral
ventriküllerdeki genişleme ile negatif ve bilişsel belirtiler arasında pozitif korelasyon
saptanmıştır. Ventriküllerdeki genişleme dışında şizofreni hastalarında sulkuslarda genişleme,
beyin hacminde ve özellikle frontal lob, hipokampus, amigdala ve parahipokampal girus
hacminde azalma diğer yapısal bulgulardır. Şizofreni hastalarında nörogelişimsel sapmalara
işaret eden anomaliler izlenmektedir. Korpus kallozum yokluğu, geniş kavum septum
pellisidum, adesyo intertalamikanın yokluğu, gri cevher heterotipisi şizofrenide artmış oranda
görülmektedir. İşlevsel araştırmalarda frontal bölgede kan akımı ve glukoz
metabolizmasındaki azalma dikkati çekmektedir(6,7,13,14,22).
2. Şizofrenide biyokimya araştırmaları nörotransmitterlere odaklanmaktadır. Adı geçen
nörotransmitterler; Dopamin, serotonin, norepinefrin, glutamat ve GABA’dır.
Şizofreni hastalarında kortikal alanlarda dopamin azalması, subkortikal alanlarda ise
dopamin artışından sözedilmektedir. Pozitif belirtiler ventral tegmental alandan limbik sisteme
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
15/90
15
uzanan mezolimbik yolaktaki dopaminerjik artışla, negatif ve bilişsel belirtiler ise ventral
tegmental alandan prefrontal kortekse uzanan mezokortikal yolaktaki dopaminerjik
yetersizlikle ilişkili bulunmuştur(6 ,7 ,13,14,22).
Dopaminerjik varsayım iki gözleme dayanmaktadır;
- Birçok antipsikotik ilacın etkinliği ve gücü, dopaminin D2 reseptör blokajı ile paralellik
gösterir.
- Amfetamin, kokain gibi psikomimetrik ilaçlar dopaminerjik aktiviteyi arttırarak şizofreni
benzeri psikotik belirtileri ortaya çıkarabilmektedir.
Serotonin dopamin antagonisti (SDA) ilaçlarla ilgili gözlemlerden sonra şizofrenide
serotonine ilgi artmıştır. SDA ilaçların daha az yan etki ve artmış tedavi edici etkilerinin
olması, serotoninin 5-HT 2A reseptöründeki antagonizma ile ilişkilendirilmiş ve şizofrenide
serotonin ve dopamin sistemleri arasındaki etkileşimde bir bozukluk olduğu öne sürülmüştür
(6 ,7,13).
Noradrenalinin tek başına olmasa bile diğer nörotransmitter sistemleriyle birlikte şizofrenide
rol aldığı düşünülmektedir. Şizofreni hastalarının bir kısmında özellikle paranoid belirtilerin
baskın olduğu hastalarda beyin omirilik sıvısında noradrenalin düzeyi yüksek bulunmuştur
(7,13).
Glutamatın N-metil-D-aspartat(NMDA) reseptörünü bloke ederek etki gösteren
fensiklidinin şizofreni benzeri klinik tabloya yol açması, glutamat sisteminin şizofrenideki
rolüne dikkat çekmektedir. Çalışmalarda glutamaterjik disfonksiyon ve özellikle NMDA
reseptör aracılı nöroiletim üzerinde durulmaktadır(6,7,13,22).
Yapılan çalışmalarda şizofreni hastalarında prefrontal ve singulat kortekste GABAerjik
nöronlarda azalma saptanmıştır(6).
3.Genetik yatkınlığın, şizofrenide önemli rolü olmakla birlikte orta düzeyde etkisi olan
genlerin varlığına ilişkin bulgular elde edilmiştir. Son çalışmalarda D3 ve 5 HT 2A
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
16/90
16
reseptörlerini kodlayan en az iki gen allelinin şizofreniye yatkınlığı arttırdığı düşünülmektedir.
Moleküler genetik araştırmalarındaki bulgular farklılık göstermektedir. En çok üzerinde
durulan kromozomlar; 1, 5, 6, 8, 10, 13, 18 ve 22. kromozomlardır. Monozigot ikizlerde
hastalık konkordansı %33-78 arasında değişirken, aynı oran dizigot ikizlerde %8-28 arasında
değişir. Şizofrenlerin birinci dereceden akrabalarında şizofreni gelişme riski,normal kişilerin
akrabalarına göre en az beş kat daha yüksektir. Ebeveynlerden her ikisinin de şizofreni
hastalığına sahip olması durumunda, çocuklarda şizofreni gelişme şansı %40 daha yüksektir
(6,7 ,13).
4. Stres-diatez modeline göre; özel bir yatkınlığı bulunan kişinin stresli bir çevresel etkiylekarsılaşması üzerine şizofreni belirtileri gelişmektedir. Diatezin ya da stresin biyolojik veya
çevresel olabileceği ya da her ikisinin bir arada bulunabileceği; biyolojik temelin ilaç kötüye
kullanımı, psikososyal stres ve travma gibi epigenetik faktörlerle de şekillenebileceği öne
sürülmektedir(19,23).
Klinik Özellikler
Hastalık öncesi belirtiler
Şizofreni hastalarının öyküsü incelendiğinde şizoid ya da şizotipal kişilik özellikleri
gösterdikleri, sessiz, içe dönük ve edilgen oldukları öğrenilir. Çocukluk ve ergenlik
dönemlerinde ya çok az arkadaşları vardır ya da hiç arkadaşları yoktur. Hastalık öncesi
belirtiler hastalığın bir parçasıdır ancak geriye yönelik değerlendirildiğinden geçerliliği
düşüktür. Şizofreni hastalarında hastalık öncesi dönemde, bedensel yakınmalar bulunabilir. Bu
kişiler büyüsel düşünce tarzı, alışılmadık konuşma içeriği veya halüsinatuar deneyimlerle
karışık anormal duygulanım sergileyebilirler. Hastalık öncesi dönemde hastalarda kişilik
değişiklikleri, içe-çekilme, azalmış mesleki ve akademik performans, önceden zevk veren
aktivitelere karşı ilgi kaybı, obsesif-kompulsif davranışlar, kişisel bakımda azalma, sinirlilik,
sığlaşmış duygulanım, büyüsel düşünce ve artmış saldırganlık bulunabilir. Hastalık öncesi
belirtiler aylar ve yıllar sürebilir(6,22 ,24).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
17/90
17
Şizofrenide hastalık öncesi belirtiler : (7)
Nörotik belirtiler Anksiyete, huzursuzluk, kızgınlık, irritabilite
Duygudurumla ilişlkili belirtiler Depresyon, zevk alamama, suçluluk duyguları, intihar
düşünceleri, duygudurumda oynamalar
İstek değişiklikleri Apati, dürtü kaybı, ilgi kaybı, halsizlik, enerji azlığı
Fiziksel belirtiler Somatik yakınmalar, kilo kaybı, uyku düzensizlikleri
Eşik altı psikotik belirtiler Algısal tuhaflıklar, şüphecilik, beden ve dış dünya
algısında değişiklikler
Bilişsel değişiklikler Dikkat ve konsantrasyon bozuklukları, zihinsel
meşguliyetler, gündüz düşleri, düşüncede somutlaşma
Davranış değişiklikleri İşlevsellikte azalma, sosyal geri çekilme, dürtüsellik,
tuhaf davranışlar, saldırgan tutumlar
Diğer Obsesif kompulsif belirtiler, dissosiyatif yaşantılar,
kişiler arası duyarlılık artışı.
Faktör analizine dayanan geniş kapsamlı çalışmalar şizofrenide üç ayrı semptom kümesi
tanımlamışlardır(13).
-Pozitif belirtiler; hezeyanlar, hallüsinasyonlar ve yapısal düşünce bozukluğu ile
karakterizedir. Hezeyanlar çoğunlukla paranoid veya bizar doğada olmakla birlikte diğer hezeyan
tipleri görülebilir. Hallüsinasyonlar çoğunlukla işitsel olmakla birlikte diğer duyu alanlarına uyan
hallüsinasyonlar da görülür.
-Dezorganizasyon; çağrışımlarda çözülme, enkoherans, uygunsuz duygulanım ve düşüncede
fakirleşmeyi kapsar.
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
18/90
18
-Negatif belirtiler; duygulanımda sığlaşma, spontanlığın kaybı, irade azlığı, enerji düzeyinde
düşme ve zevk alamamayı içerir.
DSM-IV TR Şizofreni Tanı Ölçütleri:
A. Karakteristik belirtiler: Bir aylık bir dönem boyunca (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa
bir süre), bu sürenin önemli bir kesiminde aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının)
bulunması:
1. hezeyanlar (sanrılar),
2. halüsinasyonlar (varsanılar),3. dezorganize (karmakarışık) konuşma (örn. çağrışımlarda dağınıklık [sık sık konu dışı sapmalar
gösterme] ya da enkoherans),
4. ileri derecede dezorganize ya da katatonik davranış,
5. negatif belirtiler, yani duygulanım ifadesindeki donukluk (tekdüzelik), aloji (konuşamazlık) ya
da avolisyon.
Not: Hezeyanlar bizar ise ya da halüsinasyonlar kişinin davranış ya da düşünceleri üzerine
sürekli yorum yapmakta olan seslerden ya da iki ya da daha fazla sesin birbiriyle/birbirleriyle
konuşmasından oluşuyorsa A Tanı Ölçütünden sadece bir belirtinin bulunması yeterlidir.
B. Toplumsal / mesleki işlev bozukluğu: İş, kişilerarası ilişkiler ya da kendine bakım gibi
önemli işlevsellik alanlarından bir ya da birden fazlası, bu bozukluğun başlangıcından beri geçen
sürenin önemli bir kesiminde, bu bozukluğun başlangıcından önce erişilen düzeyin belirgin olarak
altında kalmıştır (başlangıcı çocukluk ya da ergenlik dönemine uzanıyorsa, kişilerarası ilişkilerde,
eğitimle ilgili ya da mesleki başarıda beklenen düzeye erişilememiştir).
C. Süre: Bu bozukluğun süregiden belirtileri en az 6 ay süreyle kalıcı olur. Bu 6 aylık süre, en az
bir ay süreyle (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre) A Tanı Ölçütünü karşılayan belirtileri
kapsamalıdır; prodromal ya da rezidüel belirtilerin bulunduğu dönemleri kapsayabilir. Bu
bozukluğun belirtileri, prodromal ya da rezidüel dönemlerde, sadece negatif belirtilerle ya da A
Tanı Ölçütünde sıralanan iki ya da daha fazla belirtinin daha hafif biçimleriyle (örn. acayip
inanışlar, olağandışı algısal yaşantılar) kendilerini gösterebilir.
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
19/90
19
D. Şizoaffektif Bozukluğun ve Duygudurum Bozukluğunun dışlanması: Şizoaffektif
Bozukluk ve Psikotik Özellikler Gösteren Duygudurum Bozukluğu dışlanmıştır, çünkü ya aktif-
evre belirtileri ile birlikte aynı zamanda Majör Depresif, Manik ya da Mikst Epizodlar ortaya
çıkmamıştır ya da aktif-evre belirtileri sırasında duygudurum epizodları ortaya çıkmıssa bile
bunların toplam süresi aktif ve rezidüel dönemlerin süresine göre daha kısa olmuştur.
E. Madde kullanımının / genel tıbbi durumun dışlanması: Bu bozukluk bir maddenin (örn.
Kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) doğrudan fizyolojik etkilerine ya da
genel tıbbi bir duruma bağlı olarak ortaya çıkmamıştır.
F. Bir Yaygın Gelişimsel Bozuklukla olan ilişkisi: Otistik Bozukluk ya da diğer bir Yaygın
Gelişimsel Bozukluk öyküsü varsa, ancak en az bir ay süreyle (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa
bir süre) belirgin hezeyan ya da halüsinasyonlar da varsa Şizofreni ek tanısı konabilir(25).
Dünya Sağlık Örgütü tarafından geliştirilen ICD-10 tanı kılavuzu DSM-IV’e büyük
oranda benzemekle beraber, DSM-IV’ten farklı olarak; şizofreni tanısı için psikotik
belirtilerin bir aydır devam ediyor olmasının yeterli olduğunu öne sürer, 6 aylık süre koşulunu
koymaz. Ancak, tipik şizofreni belirtileri ortaya çıkmadan önce prodromal bir dönemin
olabileceğini kabul eder. ICD-10 da işlevsellikte bozulma şizofreni için bir tanı ölçütü değildir
(sosyal ya da mesleki performansta belirgin bozulma oluşturan basit şizofreni dışında)(26).
Şizofrenide alt tipler ve ayrımlar
DSM VI’te klinik özellikler, tedavi yanıtı ve seyir esas alınarak şizofrenide; paranoid tip,
dezorganize tip, katatonik tip, ayrışmamış tip ve rezidüel tip olmak üzere 5 alt tip
tanımlanmıştır(7).
Paranoid şizofreni: Bir ya da daha fazla sanrının ve sıklıkla işitsel varsanıların olduğu, dezorganize
ve katatonik belirtilerin bulunmadığı şizofreni tipidir. Başlangıç yaşının daha geç olduğu ve daha iyi
seyir gösterdiği belirtilmektedir.
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
20/90
20
Dezorganize şizofreni: İlkel, organize olmayan davranışa gerileme sistemli sanrıların ve katatonik
belirtilerin yokluğu ile belirlidir. Sinsi ve erken başlangıç, belirgin düzelme göstermeyen süregen seyir
gösterir.
Katatonik şizofreni: Stupor, negativizm, rijidite, eksitasyon ya da çeşitli postür değişiklerini içeren
psikomotor bozukluklar gösterir. Son yıllarda ender görülmektedir .
Ayrışmamış şizofreni: Diğer alt tiplerin özelliklerini karşılamayan şizofreni tipidir.
Rezidüel sizofreni: Pozitif belirtilerin en alt düzeyde olduğu, negatif belirtilerin baskınlık gösterdiği
hastalık tipidir.
ICD-10’da; Paranoid Şizofreni, Hebefrenik Şizofreni, Katatonik Şizofreni, Ayrışmamış
Şizofreni, Postşizofrenik Depresyon, Rezidüel Şizofreni, Basit Şizofreni, Başka Şizofreni ve
Şizofreni Belirlenmemiş olarak 9 alt tip tanımlanmaktadır(25,26).
Crow şizofrenide iki sendrom ve psikopatolojik süreç tanımlamıştır:Tip I şizofrenide; varsanılar, sanrılar ve yapısal düşünce bozukluğu ile karakterize pozitif
belirtiler, iyi düzeyde hastalık öncesi işlevsellik, hastalığın ani başlangıcı, antipsikotiklere iyi
tedavi yanıtı, iyi prognoz ve bilişsel yıkımın olmaması gibi özellikler bulunmaktadır.
Tip II şizofrenide ise; sosyal geri çekilme, irade azlığı, duygulanımda sığlaşma, düşünce
içeriği ve konuşmada fakirlik gibi negatif belirtiler baskındır. Hastalık öncesi işlevsellik
düzeyi düşüktür. Bu grupta hastalık başlangıcı sinsi, antipsikotiklerle tedaviye dirençli, gidişi
kötü ve bilişsel yıkım vardır(7).
Andreasen bu ayrımdan hareketle pozitif, negatif ve karma alt tipleri için tanı ölçütleri
geliştirmiştir(7).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
21/90
21
Gidiş ve Sonlanım
Şizofreni, klasik olarak kronik tabloya akut alevlenmeler ve remisyonların eşlik etmesiyle
seyreder. Kişilik değişikliklerinin görülebildiği, kişinin yavaş yavaş içine kapanmaya, kendine
özgü bir dünyaya girmeye başladığı, çok sayıda olgunun ise özellikle adolesan dönemde yoğun
prepsikotik anksiyete belirtileri gösterdiği, kendi bedeni ile yoğun uğraş sergilediği, öz bakım ve
kişilerarası ilişkilerini ihmal edilebildiği prodromal bir dönemin ardından; bazı hastalarda
hastalık yıllarca sinsi ve yavaş bir seyir sürerken arada aktif hastalık dönemleri, akut
alevlenmeler ortaya çıkabilir. Bu dönemler kendiliğinden ya da tedaviyle yatışır. Bundan sonra,
gene çok yavaş ilerleyen ve daha çok negatif belirtilerin baskın olduğu, rezidüel şizofreni türünedönüşebilir(12).
Bazı hastalarda adölesan dönemde, oldukça kısa sürede ağır, renkli psikotik tablolar ortaya
çıkar ve haftalarca, aylarca sürebilir. Bu dönem düzeldikten sonra uzun süre iyi uyum dönemi
olabildiği gibi, negatif belirtilerin baskın olduğu, kronik rezidüel şizofreniye dönüşebilir. Bazen
aktif pozitif belirtiler yıllarca sürebilir (kronik paranoid şizofrenide olduğu gibi)(9,13).
Şizofreninin gidişi konusunda yapılan çalışmalar, kullanılan tanı ölçütlerinin zaman
içinde değişmesi, uzun ve yeterli izlemin yapılamaması, üzerinde anlaşmaya varılmış yaygın bir
iyileşme tanımının olmayışı gibi sebeplerden dolayı farklı sonuçlar vermektedir. Huber 1980
yılında yaptığı bir çalışmada %22 şizofreni hastasında tam remisyondan söz ederken, Westmeyer
ve ark. 1984’te hastalığın başlangıcından 10 yıl sonra hastalık belirtilerinin görülmediği hasta
oranını %25, sosyal bütünleşmenin iyi olduğu hastaların oranını ise %30 olarak bulmuşlardır.
Shepherd ve arkadaşlarının 1989 yılında yayınlanan 5 yıllık izlem çalışmalarının sonuçlarına
göre; hastaların %13’ü tek bir atak geçirip 5 yıl içerisinde bir daha hastalanmamış, %30’unda
hastalık, arada tamamen sağlıklı döneme dönen ya da minimal düzeyde bozukluk gösteren
ataklarla seyretmiş, hastaların %10’unda ise hastalık ilk ataktan sonra hiçbir zaman tamamen
sağlıklı döneme dönmemiştir. Hastaların %47’sinde ise hastalık her seferinde şiddetleri daha da
artan belirtilerle giden epizodik bir seyir izlemiştir(7).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
22/90
22
Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda hastalığın gidiş ve sonlanım belirteçleri daha iyi
belirlenmiştir:
-Baslangıç akut bir biçimde gelişir, hastalık geç ortaya çıkarsa ve çevresel stres etkenlerinin yeri
fazla ise gidiş daha iyidir.
-Hastalık öncesi kişiliğin şizoid veya şizotipal oluşu, belirtilerin sinsi ve yavaş ortaya çıkışı daha
kötü bir gidişi düşündürür.
-Hastalık öncesinde toplum, iş ve cinsel yaşamına göreceli olarak iyi uyum sağlamış olanlarda
gidiş ve sonlanım daha iyidir.
-Ailenin hastalığı ve hastayı kabullenişi, tedavi ekibiyle işbirliği ve düşük duygu dışa vurumu
gidişe olumlu katkıda bulunur.-Hastaneye yatış sayısının çok ve sürelerinin uzun olduğu, remisyon halinin kısa sürdüğü oranda
kötü gidişten bahsedilir.
-Ailede kalıtımsal yüklülük yüksek ise süregenleşme olasılığı yüksektir.
-Negatif klinik belirtilerin baskın oldugu hastalar tedaviden daha az yararlanmakta ve gidişleri
daha kötü olmaktadır.
-Gelişmekte olan ülkelerde ve kırsal bölgelerde şizofreni prognozu, gelişmiş ülkelere ve kentsel
alanlara göre daha iyi bulunmuştur.
-Hastanın evli oluşu iyi gidiş göstergesidir.
-Hastalık belirtileri arasında konfüzyon, pozitif bulgular ve duygusal öğelerin varlığı; hastanın
düşünce ve algı bozukluğu gibi belirtilerden rahatsız olması ve tedavide isbirliği ve uyumu iyi
gidiş belirteçleridir(1,12,14,22).
Hastaneye yatarak tedavi görmüş ilk atak şizofreni hastalarının taburcu edildikten sonra
düzenli antipsikotik tedaviye rağmen, ilk yıl içinde ikinci bir atak geçirme riskleri yaklaşık %35-
%40’tır(27). Atak sayısı arttıkça kronikleşme olasılığı artar. Hastalığın gidiş ve sonlanışını
önceden kestirmek hemen hemen olanaksızdır. Hastalığın ancak, ilk tanı sonrası 5 yıllık seyri
hastanın gidişatıyla ilgili ipuçları verir(28). Klinik izlem çalışmaları şizofreni hastalarının
yaklaşık %30-40’ının orta ve iyi derecede düzeldiklerini, iş, aile ve sosyal uyumlarının iyi
olduğunu göstermektedir(9,13).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
23/90
23
20-40 yıllık izlem çalışmaları, şizofreni hastalarının yaklaşık %55’inde hastalığın
olumlu yönde seyrettiği, %45’inde ise daha ağır sonuçlar görüldüğü hesaplanmıştır(9). Diğer
yandan bazı izlem çalışmalarında, ilk hospitalizasyon sonrası şizofreni tanısı almış hastaların
sadece %10-%20’sinin iyi bir sonlanımı olduğu, %50’sinde semptomlarda alevlenme, mükerrer
hastane yatışları, majör duygudurum bozukluğu atakları ve intihar girişimleri ile birlikte kötü
seyir gözlendiği bildirilmektedir. Aynı çalışmalarda iyileşme oranlarının %10 ile %60 arasında
değiştiği, hastaların ortalama %20- %30’nun toplumsal normlara uygun bir yaşam sürebildikleri,
%40-%60’ının ise hastalığın yıkımla giden etkisi altında sosyal ve mesleki yetiyitimi yaşadıkları
belirtilmektedir(28).
ANKSİYETE KAVRAMI VE ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
Anksiyete kavramı gerek yaşamın temel duygularından birisi olması, gerekse ruhsal
bozukluklara neden olması açısından önemli özellik taşır. Psikoloji ve psikiyatride bir emosyon
olarak kavramlaştırılmıştır. İnsanların varoluşundan bu yana anksiyete ve korku, her türlü
tehlikeyi savuşturmak için sıklıkla kullanılan savunmalardır. Anksiyete, strese karşı oluşan
yanıtın önemli bir parçasıdır ve kişiyi tehlike anında harakete geçmeye hazırlamaktadır.
Dolayısıyla normal anksiyete mantıklı, gerekli, hatta yaşamsaldır. Olası tehlike uyaranlarına
hayvanlar da, insanlar da, kalıtımsal ve doğumsal bir düzenek olan anksiyete ile yanıt verirler.Bu
tehlikelerin mutlaka yaşamı tehtit eder nitelikte olması şart değildir.Diğer insanlarla ilişkileri
olumsuz etkileyecek, zarar verecek olaylar, durumlar da anksiyete uyarıcıdır(6).
Korkunun, farklı yaşlar, kültürler, ırklar ve türlerde bulunan “temel, ayrı, işlevsel ve en
önemlisi evrensel” bir duygu olduğu konusunda bir tartışma yoktur. Anksiyetenin yaşamısürdürmedeki evrimsel rolü üzerinde de hiçbir kuşku bulunmamakla birlikte, anksiyete kavramı
korku ile karşılaştırıldığında birtakım belirsizlikler ve karışıklıklar içermektedir. Bazı yazarlar
anksiyetenin ayrı ve tek bir duygu olmadığını, anksiyete içinde korkunun baskın olarak
bulunduğunu ve bu korkuya “üzüntü, öfke, utanma, suçluluk ve uyarılma” gibi öğelerin de eşlik
ettiği, hibrid bir duygu olduğunu öne sürmektedir. Kuramsal tartışmalar bir yana anksiyete
tehdite göre orantısız, gelecek yönelimli, hem öznel, hem de nesnel bedensel yönleri olan, nahoş
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
24/90
24
ve olumsuz duygusal haldir. Taşikardi, tansiyon değişiklikleri, takipne, tremor gibi artmış
fiziksel bulgular ile belirlidir ve bunlara endişe, korku, obsesyon gibi bilişsel belirtiler eşlik eder.
Anksiyete bozukluklarındaki korku, belirgin dış tehdit olmaması ve tehdit anında verilen cevabın
aşırı olması ile belirlidir(6).
Anksiyete sözcüğü, sıkışma ve darlık anlamına gelen Hint-German dilindeki “angh” kökünden
türetilmiştir. Değişik kültür ve dillerde farklı anlamlar çağrıştırır. Örneğin; Almanca “angst”
sözcüğü, İngilizce “dread” (önceden korkma) veya “foreboding” (kötü bir şey olacağını hissetme)
anlamında kullanılır. İngilizce konuşulan ülkelerde “anxiety” yaygın olarak kullanıldığı gibi
dünya literatürüne de bu şekilde girmiştir. Türkçe’de “bun”, “bunaltı”, “can sıkıntısı”, veya
“hoşolmayan bir endişe hali” olarak tanımlanabilir(6).
DSM IV’e göre anksiyete bozuklukları; Panik bozukluk (agorafobi ile birlikte olan veya
olmayan), özgül fobi, sosyal fobi, yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif – kompulsif bozukluk,
akut stres bozukluğu, posttravmatik stress bozukluğu, tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluğu,
madde bozukluğunun yol açtığı anksiyete bozukluğu olarak tanımlanmıştır(25).
Anksiyete bozuklukları, en yaygın psikiyatrik hastalıklardandır ve her dönemde nüfusun
% 15’inden fazlasını etkilemektedir. Fobik bozukluklar (özgül veya sosyal fobi) nüfusun %8-10
gibi bir oranını etkiler.Yaygın anksiyete bozukluğu nüfusun yaklaşık %5’inde, OKB ve panik
bozukluk ise nüfusun %1-3’ünde görülür. Travma sonrası stres bozukluğu muhtemelen yaygın
olmasına rağmen sıklığı bilinmemektedir(29).
Anksiyete bozuklukları semptomatolojik örtüşme göstermelerinin yanı sıra, hem birbirleriyle,
hem de depresyonla yüksek birliktelik göstermektedirler. DSM tanı ölçütleri ile bir anksiyete bozukluğu tanısı alanların %70’inde bir başka anksiyete bozukluğu saptanmaktadır. Yaygın
anksiyete bozukluğuna %90 oranında başka bir ruhsal bozukluk eşlik etmektedir(6).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
25/90
25
ŞİZOFRENİDE ANKSİYETE BELİRTİLERİ
VE
ANKSİYETE BOZUKLUKLARI BİRLİKTELİĞİ
Geçen 20 yılda anksiyetenin doğası ve tedavisi ile ilgili bilgiler artmıştır. Anksiyetenin
alttipleri de bu dönemde tanımlanmıştır. Ancak çalışmaların çoğunda psikotik hastalıklar (DSM-
III-R ile başlayan) dışlama kriterleri içerisinde yer almıştır. Bu nedenle psikotik hastalıklarda
anksiyete ve anksiyetenin psikotik belirtilerle ilişkisi ile ilgili yapılmış az sayıda çalışma vardır.
Epidemiyolojik olarak şizofreni hastalarında anksiyete bozukluklarının arttığını gösteren belirli
çalışmalar mevcuttur. Klinik çalışmalarda ayrıca şizofreni hastalarında anksiyete bozukluğu
sıklığının da yüksek olduğu gösterilmiştir(30).
Anksiyetenin şizofreni psikopatolojisinde önemli bir yer tuttuğu uzun süredir bilinmesine
rağmen anksiyete belirtilerinin veya sendromlarının şizofrenide ortaya çıkışıyla ilgili veri
eksikliği devam etmektedir. Bunun önemli bir nedeni psikiyatrik tanılar için geçerli kriterlerinhiyerarşik biçimde yapılandırılmış olması ve hiyerarşik olarak altta olan bozukluğun temel tanıya
eştanı olarak eklenememesidir(31,32,33). Bununla beraber değerlendirme ile ilgili çeşitli
güçlükler vardır. Öncelikle psikotik olmayan populasyonda anksiyete düzeyini ölçmek için
geliştirilmiş olan ölçütler şizofreni için özgü değildir. Üstelik anksiyete belirtilerine bakılırken
sıklıkla sosyal anksiyete, panik, post-tramvatik stres, yaygın anksiyete belirtileri ve obsesif
kompulsif fenomenleri tam olarak ayırt edemeyen ölçekler kullanılmakta ve geniş anksiyete
belirti spektrumunun şizofrenili hastalarda sık görülmesi ayrımı daha da zorlaştırmaktadır(34).
Bazı çalışmalar şizofreni hastalarındaki anksiyetenin hem pozitif hem de negatif belirtilerle
ilişkili olabileceğini öne sürmüştür(35,36). Ayrıca nöroleptik tedaviye ikincil gelişen
ektrapiramidal belirtiler de anksiyete belirtileri ile çakışabilir(37).
Şizofreni hastalarında anksiyete belirtilerinin, pozitif, negatif ve bilişsel belirtilere göre daha
az önemli görünse de hastaların yaşamında anlamlı işlev kısıtlamasına neden olduğu
bildirilmiştir(38).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
26/90
26
Klinik ve epidemiyolojik çalışmalar, şizofreni hastalarında %60 düzeylerine varan eştanılı
anksiyete ve duygudurum bozukluklarının varlığına işaret etmektedirler(39,40). Bu çalışmaların
önemli bir kısmında anksiyete ve depresif bozukluklar bir arada değerlendirilmiştir. Bland ve
arkadaşları yaptıkları toplumdan rasgele seçilmiş bir örneklemde şizofreni hastalarının %85’inde
bir veya daha çok sayıda eşlik eden psikiyatrik bozukluk tespit etmiştir(41). Bermanzohn ve
arkadaşlarının yaptığı çalışmada, şizofreni örnekleminin %76’sında depresyon, OKB, panik
bozukluktan biri ya da daha fazlasına ait belirtiler; %48,6’sında bir yada daha fazla bozukluk
saptanmıştır. Hastaların %27’sinde depresyon, %29,7’sinde OKB, %10,8’inde panik bozukluk
bulunurken hiçbir hastada her üçü birden gözlenmemiştir(42). Fakat tanı sistemlerindeki dışlamakriterleri hem klinikte hem de araştırma alanında çalışanların bu sendromları tespit etmelerini
güçleştirmektedir. Şizofreni ve bağlantılı psikiyatrik sendromların ilişkisinde devam eden
belirsizlik, yaygınlık tahminlerini ve klinik uygulamaları etkilemektedir. Şizofrenide depresyon
ve anksiyete bozukluklarının varlığını değerlendirmek ve tedavi etmek hastaların klinik ve
toplumsal sonlanımlarını geliştirmede önemli bir katkı sağlayabilir(43).
Epidemiyoloji:
Klinik ve epidemiyolojik çalışmalarda şizofreni hastalarında anksiyete bozuklukları eştanısı
%60’ın üzerinde bildirilmektedir(39).Değişik çalışmalarda şizofreni hastalarında özgül anksiyete
bozukluğu oranları farklı bildirilmektedir(31)(Tablo1).
Toplum örneklemlerinde anksiyete yaygınlığı ile ilgili az sayıda veriye ulaşılabilmektedir. Bu
konuyla ilgili Bland ve arkadaşlarının Kanada’da 2144 birey üzerinde yaptıkları çalışmada
(Diagnostic Interview Schedule (DIS) for DSM-III (DSM-III e göre tanısal görüşme ölçeği
kullanılarak) 20 kişinin şizofreni kriterlerini karşıladığı bildirilmiş (0,71%), bu kişilerin
%59,2’sinin ek olarak obsesif-kompulsif bozukluk, %63,4’nün fobi ve %29,5’inin panik bozukluk
tanısı aldığı belirtilmiştir.Değişik çalışmalarda klinik örneklemler üzerinden şizofrenide anksiyete
belirtileri ve/ veya bozukluklarının varlığı değerlendirilmiştir(Tablo 1). Klinik örneklemlerin
doğasına ve çalışmalardaki hasta sayılarının az olmasına bağlı olarak sonuçlar oldukça değişkendir
ve bunları bir araya getirmek güçtür. (31)
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
27/90
27
Tablo-1. Şizofreni Hastalarında Anksiyete belirtileri ve/veya Anksiyete Bozukluğu
Birlikteliği Sıklığına İlişkin Çalışmalar
Bildirim Örneklem ve ölçütler Sonuçlar
Argyle, 1990 20 ayaktan takipli şizofreni hastası,
Tanı için SCID DSM-III-R
%20 Panik bozukluk, %20 Sosyal fobi
Eisen ve ark. 1997 52 ayaktan takipli şizofreni veya
şizoaffektif bozukluğu olan hasta,
Tanı için SCID DSM-III-R
%1.9 OKB, diğer anksiyete bozukluklar
değerlendirilmemiş.
Cosoff ve ark. 1998 60 hastanede yatan şizofreni hastası,
Tanı için SCID DSM-III-R
%13 OKB, %5 Panik Bozukluğu, %17
Sosyal Fobi, %12 Yaygın Anksiyete
Bozukluğu, %5 Agarofobi, %5 ÖzgülFobi bildirilmiş.
Higuchi ve ark.
1999
45 Ayaktan takipli ve yatan
şizofreni hastası,
Tanı için SCID DSM-III-R
%20 OKB, diğer anksiyete bozuklukları
değerlendirilmemiş.
Poyurovsky ve
ark.1999
46 yatan şizofreni hastası ve
şizofreniform bozukluk hastası,
Tanı için SCID DSM-IV
%15.2 OKB, diğer anksiyete
bozuklukları değerlendirilmemiş
Labbate ve ark.
1999
30 Ayaktan takipli şizofreni hastası
Tanı için SCID DSM-IV.
%13 Panik Bozukluğu, diğer anksiyete
bozuklukları değerlendirilmemiş. Tibbo ve ark. 2000 56 Ayaktan takipli şizofreni hastası
Tanı için SCID DSM-IV.
%25 OKB, diğer anksiyete bozuklukları
değerlendirilmemiş.
Kruger ve ark. 200 76 hastanede yatan şizofreni hastası,
Tanı için SCID DSM-III-R.
%15.8 OKB, diğer anksiyete
bozuklukları değerlendirilmemiş
Bermanzohn ve ark
2000
37 ayaktan hasta,
Tanı için SCID DSM-IV
%29.7 OKB, %10.8 Panik Bozukluk,
diğer anksiyete bozuklukları
değerlendirilmemiş.
Povurovsky ve ark.
2001
68 hastanede yatan şizofreni hastası,
Tanı için SCID DSM-IV.
%23.5 OKB, diğer anksiyete
bbozuklukları değerlendirilmemiş.Bayle ve ark.
2001
40 hastanede yatan ve ayaktan
şizofreni hastası, klinik tanı.
%35 OKB, diğer anksiyete bozuklukları
değerlendirilmemiş.
Ohta ve ark. 2003 71 hastanede yatan ve ayaktan
takipli şizofreni hastası, Tanı için
SCID DSM-IV.
%18.3 OKB, diğer anksiyete
bozuklukları değerlendirilmemiş.
Nechmad ve ark.
2003
39 yatan ergen şizofreni hastası,
Tanı için SCID DSM-IV.
%30.8 OKB, diğer anksiyete
bozuklukları değerlendirilmemiş.
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
28/90
28
Bildirim Örneklem ve ölçütler Sonuçlar
Goodwin ve ark.
2003
60 hastaneye yatan şizofreni hastası,
DSM-III-R
%5.4 OKB, %7.1 Panik bozukluk,
%8.2 Sosyal Fobi, %8.2 Agarofobi,%13.60 Özgül Fobi
Tibbo ve ark.
2003
32 ayaktan takipli şizofreni hastası,
MINI, SCID DSM-IV
%0 OKB, %3.3 Panik Bozukluğu,
%13.3 Sosyal Fobi, %0 TSSB, %16.7
YAB, %16.7 Agorafobi.
Pallanti ve ark.
2004
80 ayaktan takipli şizofreni hastası,
SCID DSM-IV
%22.5 OKB, %13.8 Panik Bozukluğu,
%36.3 Sosyal Fobi, %1.3 TSSB, %2.5
YAB, %3.8 Agorafobi..
Braga ve ark.
2004
53 Ayaktan takipli şizofreni hastası,
SCID DSM-IV
%15.1 OKB, %5.7 Panik Bozukluğu,
%17 Sosyal Fobi, %3.8 TSSB, %9.4YAB, %1.9 Agorafobi, %5.7 Özgül
Fobi, %7,5 BTA Anksiyete Bozukluğu,
%41.5 Komorbid Anksiyete Bozukluğu
Huppert ve ark.
2005
32Ayaktan takipli şizofreni ve
şizoaffektif bozukluk hastası, self
report skalalar
%37.5 OKB, %18.8 Panik Bozukluğu,
%37.5Sosyal Fobi, %12.5 YAB,
%72.5 Komorbid Anksiyete Bozukluğu
Ciapparelli ve ark.
2007
98 ayaktan takipli şizofreni,
şizoaffektif ve bipolar hastası,
SCID DSM-IV
Bir ve daha fazla komorbid anksiyete
tanılı 46 (% 46.9) hasta,
15 (32.6%) ‘i birden fazla anksiyete
tanısı,31 (67.4%)’i bir anksiyete tanısı,
Şizofreni hastalarında sosyal anksiyete
bozukluğuoranı diğer hastalara göre
daha yüksek
Tiryaki ve ark.
2007
98 ayaktan takipli şizofreni hastası,
SCID DSM-IV
Hastaların 12’sinde (%12.2) eş tanı%7.1 (n=7) depresyon,%3.1(n=3) obsesif kompulsif
bozukluk (OKB),%1 (n=1) sosyal fobi,%1 (n=1) depresyon ve panik bozukluk.
Sedat ve ark.
2007
70 hastanede yatan şizofreni hastası,
Tanı için SCID DSM-IV,MINI
%8.6 YAB, %5.7 Sosyal Fobi, %4.3
OKB, %4.3 TSSB, %22.9 hastada en az
bir anksiyete bozukluğu tanısı
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
29/90
29
Cosoff ve Hafner’ın şizofreni, şizoaffektif bozukluk ve bipolar bozukluk tanısı almış, yatarak
tedavi gören 100 hastayla yaptıkları çalışmada, şizofreni hastalarında sosyal fobi %17, OKB
%13, YAB %12, panik bozukluk %10, basit fobi %5 oranında saptanmıştır. Aynı çalışmada
hastaların akut psikotik dönemden sonra anksiyete bozukluğu ile ilgili belirtilerini
tanımlayabildiği bildirilmiştir(44).
Goodwin ve arkadaşlarının hastaneye yatan 60 şizofreni hastasında anksiyete bozuklukları
yaygınlığını araştırdıkları çalışmada, OKB %5.4, panik bozukluk %7.1, sosyal fobi %8.2,
agarofobi %8.2, özgül fobi %13.60 oranında bildirilmiştir(45).
Tibbo ve arkadaşlarının ayaktan takipli 32 şizofreni hastasında anksiyete bozuklukları
yaygınlığını araştırdıkları çalışmada, OKB %0, panik bozukluğu %3.3, sosyal fobi %13.3, TSSB
%0, yaygın anksiyete bozukluğu %16.7, agorafobi %16.7 bildirilmiştir(40).
Pallanti ve arkadaşlarının ayaktan takipli 80 şizofreni hastasında anksiyete bozuklukları
yaygınlığını araştırdıkları çalışmada, OKB %22.5, panik bozukluğu %13.8, sosyal fobi %36.3,
TSSB %1.3, yaygın anksiyete bozukluğu %2.5, agorafobi %3.8. bildirilmiştir(46).
Braga ve arkadaşlarının ayaktan takipli 53 şizofreni hastasında anksiyete bozuklukları
yaygınlığını araştırdıkları çalışmada, yaşam boyu en az bir anksiyete bozukluğu gösterenlerin
oranı %41.5 bulunmuştur. Aynı çalışmada sosyal fobi %17, OKB %15.1, YAB %9.4, panik
bozukluk %5.7, özgül fobi %5.7, TSSB %3.8, agarofobi %1.9, başka türlü adlandırılamayan
anksiyete bozukluğu %7.5 oranında saptanmıştır(39).
Huppert ve arkadaşlarının 32 şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanısı almış hastalarla
yaptıkları çalışmada, en az bir anksiyete bozukluğu tanısı olanların oranı %62 bulunmuş,
bunlarda panik bozukluk %18.8, sosyal fobi %37.5, OKB %37.5, YAB %12.5 oranında
saptanmıştır(30).
Ciapparelli ve arkadaşlarının ayaktan takipli 98 şizofreni, şizoaffektif ve bipolar hastasında
anksiyete bozuklukları yaygınlığını araştırdıkları çalışmada; bir ve daha fazla anksiyete eştanısı
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
30/90
30
alan 46 (% 46.9) hasta, birden fazla anksiyete tanısı alan 15 (32.6%) hasta, bir anksiyete tanısı
alan 31 (67.4%) hasta bildirilmiştir. Şizofreni hastalarında sosyal anksiyete bozukluğu oranı
diğer anksiyete bozukluklarına göre daha yüksek oranda saptanmıştır(46).
Tiryaki ve arkadaşlarının ayaktan takipli 98 şizofreni, hastasında eştanı yaygınlığını
araştırdıkları çalışmada; hastaların 12’sinde (%12.2) eş tanı saptanmış. Bunların %7.1’i
depresyon, %3.1’i obsesif kompulsif bozukluk (OKB), %1’i sosyal fobi, %1’i depresyon ve
panik bozukluk olarak bildirilmiştir(43).
Seedat ve arkadaşlarının, şizofreni tanısı almış 70 hastada yaptıkları çalışmada , sosyal fobi%5.7, OKB %4.3, YAB %8.6, TSSB %4.3 oranında saptanmıştır(37).
Şizofreni ve Obsesif Kompulsif Belirtiler/ Bozukluk:
Şizofreni hastalarında obsesif-kompulsif belirtilerin varlığı uzun süreden beri bilinmektedir.
Obsesif kompulsif bozukluk, şizofreni ile birlikteliği en iyi araştırılmış hastalıktır(48). Fakat
yapılandırılmış tanı kriterlerinin kullanılmamasından dolayı sonuçlar eksik kalmaktadır.
Şizofreni hastalarında obsesif kompulsif belirtilerin varlığı %1.1-59.2 oranları arasında çok geniş
bir yaygınlıkta bulunmaktadır. Bu farklılık obsesyonları sanrılardan ayırma güçlüğü, farklı hasta
örneklemleri, kullanılan yöntemlerin farklı oluşu, şizofreni ve OKB’nin tanımlamaları, obsesif-
kompulsif belirtilerin ya da obsesif-kompulsif bozukluğun araştırılıp araştırılmamasına göre,
yaşam boyu veya nokta yaygınlık bildirilip bildirilmemesiyle ilişkilidir. Şizofrenideki obsesif-
kompulsif belirtiler, genel populasyondaki %2.5’luk OKB oranından çok daha sık görülmektedir
(49,50). 1988 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde 20.861 kişi ile yapılan Epidemiyolojik
Alan Çalışmasında (ECA), şizofreni ve OKB arasında eştanı oranı %12,2 olarak bulunmuştur(49,50,51).
1996’da Fenton ve McGlashan şizofreni tanısı olan 163 hastayı retrospektif olarak
değerlendirmişler ve %12,9’unun (n=21) obsesif-kompulsif belirtiler gösterdiğini (DSM-III’e göre)
bildirmişlerdir(52). Eisen ve arkadaşlarının çalışması DSM III-R tanı kriterlerini kullanarak Obsesif-
Kompulsif Bozukluk varlığını araştıran ilk değerlendirmedir. Şizofreni tansı alan 50 hasta ve
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
31/90
31
şizoaffektif bozukluk tanısı alan 25 hastayı SCID ile değerlendirmişler ve tüm hastaların %7,6’sında
OKB saptamışlardır. Şizofreni hastaları arasında yaygınlık sadece %1,9 iken şizoaffektif bozukluk
hastalarında %20 oranında bildirilmiştir(53). Eisen ve arkadaşlarının çalışmalarının sonrasında,
şizofreni hastalarında OKB eştanısı ile ilgili farklı çalışmalar yayınlanmıştır ve oranlar %0 ile %35
arasında değişkenlik göstermektedir (bkz. Tablo 2).
Tablo-2 . Obsesif Kompulsif Belirtiler ve/veya OKB Birlikteliği Olan
Şizofreni Hastalarında Epidemiyolojik Çalışmalar.
Bildirim Örneklem ve ölçütler Sonuçlar
Fenton ve McGlasha
1986
163 hastanede yatan hastada dosya
taraması,OKS:davranışsal ölçütler,Şizofreni: DSM-III-R ölçütleri.
21 hastada (%12.9) obsesif
kompulsif belirtiler.
Berman ve ark. 1995 108 ayaktan takipli şizofreni hastası,OKS:davranışsal ölçütler,
şizofreni için dosya tanıları
Obsesif kompulsif belirtilerin sıklığı %
26.5.
Eisen ve ark. 1997 77 ayaktan takipli şizofreni veya
şizoaffektif bozukluğu olan hasta, Tanı
için DSM-III-R ve SCID
Yaşam boyu OKB yaygınlığı %7.8 (n=6).
Porto ve ark.1997 50 ayaktan takipli şizofreni hastası,
Tanı için DSM-IV ve SCID
Yaşam boyu yaygınlık: obsesif kompulsi
belirtiler: %43.2 , OKB: %29.7.
Meghani ve ark. 199 Ayaktan takipli, 192 hasta ile görüşme,yapılandırılmış tanı araçları ve kendi-
bildirim ölçekleri
61 hastada ( %31. 7 ) OKB .
Üçok ve ark. 1998 Ayaktan takipli, 73 hasta,
şizofreni:SCID, OKS: Y-BOCS
23 hastada (%31.5) obsesif kompulsif
belirtiler.
Poyurovsky ve
ark.1999 Hastalık süresi < 2yıl, 50 ilk atak
şizofreni hastası, şizofreni ve
OKB:SCID, Y-BOCS
Yedi hastada (%14) DSM-IV’e göre
OKB.
Tibbo ve ark.2000 Ayaktan takipli 52 hasta, şizofreni ve
OKB:SCID, Y-BOCS. Onüç hastada (%25) DSM-IV’e göre
OKB.
Lysaker ve ark. 2000 Ayaktan takipli 46 hasta,
şizofreni:SCID, OKS: Y-BOCS.
% 45 obsesif kompulsif belirtiler (Y-
BOCS puanı 8 ve üzeri olanlar)
Kruger ve ark. 2000 68 hastanede yatan hasta, şizofreni ve
OKB:SCID, OKS: Y-BOCS.
Obsesif kompulsif belirtiler
%15.8
Povurovsky ve ark.
2001
68 hastanede yatan hasta, şizofreni ve
OKB:SCID, OKS: Y-BOCS.
16 hastada (% 23,5) OKB.
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
32/90
32
Bildirim Örneklem ve ölçütler Sonuçlar
Lysaker ve ark. 2002 Ayaktan takipli 63 hasta,
şizofreni:SCID, OKS: Y-BOCS.
% 17 obsesif kompulsif belirtiler (Y-
BOCS puanı 17 ve üzeri olanlar)
Craig ve ark. 2002 450 ilk başvuru hastanede yatan hasta,
şizofreni ve OKB:SCID, OKS: Y-
BOCS.
Obsesif kompulsif belirtiler %16.2,
OKB:%3.8.
Nechmad ve ark.
2003
50 hastanede yatan şizofreni tanısı almı
ergen hasta, OKB:SCID, Y-BOCS.
13 hastada (% 26) OKB.
Ohta ve ark. 2003 60 hastanede yatan 11 ayaktan takipli
71 hasta, şizofreni ve OKB:SCID, OKS
Y-BOCS.
Obsesif kompulsif belirtiler %18.3
Öngür ve ark. 2004 118 ayaktan takipli şizofreni ve
şizoaffektif bozukluğu olan hasta,şizofreni ve OKB:SCID, OKS: Y-
BOCS.
% 8.8 OKB (Y-BOCS ≥16)
%11 Obsesif kompulsif belirtiler(Y-BOCS ≥12).
De Haan ve ark. 200
113 hastaneye yatan erken başlangıçlı
şizofreni hastalasında, SCID, Y-BOCS
uygulanmış.
33 hastada (%29,2) Obsesif kompulsif
belirtiler 17 hastada (%15) OKB.
Byerly ve ark. 2005 100 hastanede yatan 78 şizofreni ve 22
şizoaffektif bozukluğu olan hasta,
PANSS, FOCI ve Y-BOCS kullanılmış.
Obsesif kompulsif belirtiler %30
(Y-BOCS ≥16), OKB:%23 ,
Povurovsky ve ark.2006 50 hastanede yatan yaşlı şizofreni tanılıhasta. SCID ve Y-BOCS ile
değerlendirilmiş.
OKB sıklığı:%16,
Lysaker ve ark. 2006 67 ayaktan takipli şizofreni spektrum
bozukluğu olan hasta . SCID, PANSS
ve Y-BOCS ile değerlendirilmiş.
Obsesif kompulsif belirtilerin (2 ya da
daha fazla belirti) sıklığı % 16.4 (n:11)
Şizofreni ve Panik Atak/Panik Bozukluk :
Argyle şizofreni hastalarından oluşan klinik bir populasyonda panik bozukluk varlığını ele
alan ilk kişidir. 20 ayaktan takipli şizofreni hastasında DSM-III-R ve SCID kullanılarak yapılan
çalışmada, hastaların %25’inde panik atak saptanmış, %20’sinin ise panik bozukluğun tüm
kriterlerini karşıladığı bildirilmiştir(54). Bunun da ötesinde kesitsel (cross-sectional)
çalışmalarda şizofrenide panik bozukluk sıklığı araştırılmış, elde edilen sonuçlar %3,3 ile %43
arasında değişkenlik göstermiştir(bkz.Tablo 3).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
33/90
33
Higuchi ve arkadaşlarının 45 şizofreni hastasında, DSM-III-R ve SCID, HAM-D, Simpson
Angus Scale kullanılarak yaptıkları çalışmada 9 hastanın (%20) panik bozukluğu kriterlerini
karşıladığı bildirilmiştir(55). Labbate ve arkadaşlarının 53 ayaktan takipli şizofreni ve
şizoaffektif bozukluğu hastasında, DSM-IV ve SCID kullanılarak yaptıkları çalışmada 21
hastanın (%43) panik atak, bunların 16’sının (% 32.6) da panik bozukluğu kriterlerini karşıladığı
bildirilmiştir(56).
Bayle ve arkadaşlarının 40 hastanede yatan ve ayaktan takipli şizofreni hastasında, DSM-III-
R ve SCID kullanılarak yapılan çalışmada yaşam boyu panik atak yaygınlığı %47.5 (n=19)
bildirilmiştir(57). Chen ve arkadaşlarının 32 şizofreni hastasında, DSM-IV ve SCIDkullanılarak yaptıkları çalışmada 8 hastada (%25) panik atak bildirilmiştir( 58). Ulaş ve
arkadaşlarının 49 şizofreni hastasında, DSM-IV ve SCID kullanılarak yaptıkları çalışmada 15
hastada (%31) panik atak, 7 hastada (%14) panik bozukluğu bildirilmiştir(59).
Tablo-3 . Panik Atak ve/veya Panik Bozukluğu Birlikteliği Olan
Şizofreni Hastalarında Epidemiyolojik Çalışmalar.
Bildirim Örneklem ve ölçütler Sonuçlar
iguchi ve ark. 1999 45 şizofreni hastası, DSM-III-Rölçütleri, HAM-D, Simpson Angus
Scale
9 hasta (%20) panik bozukluğu,
abbate ve ark. 1999 53 ayaktan takipli şizofreni ve
şizoaffektif bozukluğu hast tanı için
DSM-IV ve SCID
21 hastada (%43) Panik atak,
Bunların 16’sında Panik bozukluğu,
ayle ve ark.
999
40 hastanede yatan ve ayaktan takipli
şizofreni hastası, Tanı için
DSM-III-R ve SCID
Yaşam boyu Panik atak yaygınlığı
%47.5 (n=19), bunların 14’ü Panik
Bozukluğu kriterlerini dolduruyor,
hen ve ark.2000 32 şizofreni hastası, Tanı için DSM-IV
ve SCID
8 hastada (%25) Panik atak,
oodwin ve ark. 2001 Epidemiologic Catchment Area (ECA)Study verilerinden şizofreni
hastalarındaki eş tanılar gözden
geçirilmiş
Şizofreni hastalarının %45 inde Panik
Atak
las ve ark. 2006 49 şizofreni hastası, Tanı için DSM-IV
ve SCID, HDRS,
15 hastada (%31) Panik atak,
7 hasta (%14) Panik Bozukluğu.
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
34/90
34
Şizofreni ve Sosyal Anksiyete/ Sosyal Fobi:
Sosyal anksiyete belirtileri, şizofrenide ilk olarak Pilkonis ve arkadaşları tarafındantanımlanmış ve kontrollerle kıyaslandığında bu hastalarda daha yüksek sosyal anksiyete
oranlarının olduğu gösterilmiştir(60). Aynı zamanda Penn ve arkadaşları 38 şizofreni hastasında
sosyal anksiyeteye özgün davranışları değerlendirmiş ve bu hastalarda sosyal anksiyete
düzeylerinin tedavi öncesi sosyal fobik hastalarla aynı derecede olduğunu saptamışlardır(61).
Sosyal fobinin tam bir tanı kategorisi olarak ele alınması ise ilk kez Argyle ve arkadaşları
tarafından gerçekleştirilmiş ve bu çalışmada değerlendirilen şizofreni hastalarının %20’sinde
sosyal fobi bozukluğu saptanmıştır(54).
Cosoff ve arkadaşlarının çalışmasında, şizofreni hastalarının %17’sinde sosyal fobi
saptanmıştır(44). Tibbo ve arkadaşları şizofreni hastalarının %13,3’ünde; Goodwin ve
arkadaşları %8,2’sinde ve Pallanti ve arkadaşları ise %36,3’ünde sosyal fobi
tanımlamışlardır(40,45,46).
Voges ve arkadaşlarının 60 ilk epizod psikoz hastasında DSM-IV- SCID, Sosyal Fobi ve
Anksiyete Envanteri ( The Social Phobia and Anxiety Inventory (SPAI)), Sosyal Fonksiyon
Ölçeği ( The Social Functioning Scale (SFS)) kullanarak yaptıkları çalışmada, 32 hastanın (%
31) sosyal fobi kriterlerini karşıladığı bildirilmiştir(62).
Bütün bu çalışmalar birbirinden farklı tanı araçları kullanmasına ve farklı sonuçlara
ulaşmasına rağmen şizofrenide sosyal fobi sıklığının yüksek olduğunu öne sürmektedirler.
Şizofreni ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu:
Şizofrenide TSSB varlığını inceleyen çalışmalar şizofreni ile anksiyete eştanısının ne kadar
karmaşık olduğunu ve farklı analitik yaklaşımlarla nasıl farklı sonuçlar elde edilebileceğini
gözler önüne sermektedir. DSM-IV psikozla ilgili belirtileri veya deneyimleri stresör olarak ele
almaz; buna karşın hezeyanlara ve diğer belirtilere karşı pottravmatik reaksiyonları kapsayan
çalışmalar şizofreni hastaları arasında %51 gibi yüksek bir sıklıkta elde edilmiştir(63). Meyer ve
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
35/90
35
arkadaşları 46 psikotik hasta ile yaptıkları çalışmada TSSB sıklığını değerlendirmiş ve hastaların
%50’sinde(n=23) TSSB belirtileri saptamışlardır. Değerlendirilen 152 TSSB belirtisinin sadece
%52’sini psikoz veya tedavi ile ilişkisiz bulmuşlar ve bunları analiz sırasında değerlendirmeye
almamışlardır(64).
Başka bir çalışmada madde kullanım bozukluğu, şizofreni, şizoaffektif bozukluk tanısı olan
54 kadında TSSB sıklığı değerledirilmiştir. Örneklemin %46’sının (n=25) TSSB eştanısı olduğu
görülmüştür. Değişkenlerin çeşitli olmasına bağlı olarak neden-sonuç ilişkisi kurmak güçtür ve
elde edilen bulgular sadece şizofreni tanısına dayanmaktadır(65). Bir diğer çalışmada psikotik
hastalarda TSSB eştanısı araştırılmış ve bu oran %16,6 olarak bulunmuştur(66). Bununla beraberkeza bu çalışmada da şizoaffektif bozukluk hastalarından elde edilen sonuçlar şizofreni
hastalarından elde edilen sonuçlarla birlikte kullanılmışlardır.
Pallanti ve arkadaşları 80 şizofreni hastasının %1,3’ünün DSM-IV’e göre TSSB kriterlerini
karşıladığını saptamışken, Tibbo ve arkadaşları daha küçük bir örneklemle yaptıkları çalışmada
TSSB’ye rastlamamışlardır(40,46). Fan ve arkdaşları 87 şizofreni ve şizoaffektif bozukluğu olan
hasta ile yaptıkları çalışmada, hastaların %17’sinin DSM-IV’e göre TSSB kriterlerini
karşıladığını bildirmişlerdir(67). Seedat ve arkadaşlarının 70 şizofreni hastasını aldıkları
çalışmada, hastaların %4.3’ünün DSM-IV’e göre TSSB kriterlerini karşıladığı belirtilmiştir(37).
Başka bir çalışmada da %3.8 oranında TSSB saptanmıştır(39).
Şizofreni ve Yaygın Anksiyete Bozukluğu:
Cosoff ve arkdaşlarının yaptığı çalışmada YAB şizofreni hastalarında %12 olarak
bildirilmiştir(44). Tibbo ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada YAB %26,7; Pallanti ve
arkadaşlarının yaptıkları çalışmada ise %3,8 olarak bildirilmiştir(40,46).
Seedat ve arkadaşlarının 70 şizofreni hastasını aldıkları çalışmada, hastaların %8.6’sının
DSM-IV’e göre YAB kriterlerini karşıladığı belirtilmiştir(37). Hupper ve arkadaşlarının
çalışmasında 32 şizofreni veya şizoaffektif bozukluk tanısı almış hastaların %12.5inde YAB
bulunmuştur(30). Başka bir çalışmada da %9.4 YAB bulunmuştur(39).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
36/90
36
Şizofreni ve Agorafobi, Özgül Fobi
Tibbo ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada agorafobi sırasıyla %26,7; Pallanti ve
arkadaşlarının yaptıkları çalışmada ise %2,5 olarak bildirilmiştir(40,46). Cosoff ve arkdaşlarının
yaptığı çalışmada agorafobi şizofreni hastalarında %5 olarak bildirilmiştir(44).
Özgül fobi ise şizofreni hastalarında Goodwin ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada %13,6 ;
Cosoff ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada %5; Pallanti ve arkadaşlarının yaptıkları
çalışmada %2,5 oranında bildirilmiştir(44,45,46). Braga ve arkadaşlarının 53 hasta ile yaptıklarıçalışmada %5.7 özgül fobi bulunmuştur(39).
Klinik Özellikler
Genel bir kural olarak eştanı varlığının birincil hastalık üzerine olumsuz etki yapması beklenir.
İki farklı tanı için kriterleri karşılayan hastaların sadece bir bozukluğu olanlardan daha fazla
belirtileri olması beklenir. Buna karşın elde edilen bulgular anksiyete eştanısının şizofreniye
etkisi ile ilgili kesin sonuç sağlamamıştır. Şizofreni hastalarındaki anksiyete sendromlarının uzun
süreden beri bilinmesine rağmen bu populasyonda anksiyete belirti/sendrom kavramları henüz
tam olarak anlaşılmamıştır. Şizofreni ile eş zamanlı ortaya çıkan pür anksiyete belirtileri ile
psikotik bozukluğa bağlı anksiyete benzeri belirtiler arasındaki sınır henüz net değildir. Bazı
yazarlar şizofrenideki ilintili belirtileri sendrom olarak adlandırmaktansa “boyut” (dimensions)
olarak adlandırmanın daha iyi olacağını öne sürmüşlerdir. Buna karşın literatürdeki bazı bulgular,
bu hastalarda anksiyete belirtilerinin anksiyolitik ilaçlarla iyileşmesi ve anksiyete eştanısı
olanların “pür” şizofreni hastalarıyla kıyaslandığında nörofizyolojik profillerinin anlamlı farklılıkgösterdiğinin saptanması bunların şizofrenide ayrı bir küme olarak ele alınabileceğini
düşündürmektedir(68,69,70).
Cosoff ve Hafner yaptıkları çalışmada, düzenli olarak hastanede yatarak tedavi olan şizofreni
hastalarında, ayaktan tedavilerine devam edenlere göre daha yüksek oranda anksiyete bozukluğu
bildirilmiştir. Braga ve arkadaşlarının çalışmasında da, anksiyete bozukluğu olan hastaların daha
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
37/90
37
sık yatarak tedavi gördükleri bildirilmiştir(39,44). Ancak Soni ve arkadaşlarının yaptığı
çalışmada anksiyete ve depresyon belirtilerinin ayaktan takip edilen hastalarda yüksek oranlarda
olduğu bildirilmiştir(71).
Şizofrenide anksiyete ile ilişkili belirtiler sık görülse de hangi anksiyete belirtilerinin
hastalıkla ilişkili olduğu ve işlevselliği etkilediği açık değildir. Anksiyete ile ilişkili belirtiler
eştanılı durumlardır ve hastalığın şiddetini arttırmaktadır. Yani anksiyete şizofreni hastalarında
pozitif ve negatif belirtileri arttırarak işlevselliği bozmaktadır. Lysaker ve arkadaşları anksiyete
belirtilerinin yoğun olduğu şizofreni hastalarında halusinasyon, geri çekilme, işlevsellik
kötüleşme ve umutsuzluğun daha fazla olduğunu bildirmiştir(72). Çoğu çalışmada anksiyete bozukluğu eştanısı gösteren şizofreni hastalarında pozitif ve negatif belirti puanları yüksek
saptanırken, bazı çalışmalarda pozitif ve negatif belirtiler ile anksiyete bozukluğu eştanısı
arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır(30,31,40).
Huppert ve arkadaşlarının 32 şizofreni hastasıyla yaptıkları çalışmada anksiyete ile pozitif,
negatif belirtiler ve yaşam kalitesi arasında ilişki bulunmamıştır(30).
Bir çok çalışmada, obsesif kompulsif belirti gösteren şizofreni hastalarının, hastalıklarının
daha erken yaşta başladığı (73,74,75), daha fazla hastanede kaldıkları (69,74,75) kendine bakım
ve sosyalleşmelerinde daha fazla yetersizlik ve daha kötü klinik gidişlerinin olduğu belirtilmiştir
(52,69,74).
Bazı çalışmalarda obsesif kompulsif belirti gösteren şizofreni hastalarında, pozitif, bilişsel ve
negatif belirtilerin daha fazla olduğu (69,70 ,76,77,78), bazı çalışmalarda düşük olduğu (78,79)
bildirilirken, bazı çalışmalarda obsesif kompulsif belirtiler ile pozitif, negatif ve bilişsel belirtileraçısından anlamlı ilişki bulunmamıştır(80,81,82,83 ,84,85).
Şizofreni hastalarında sosyal anksiyete ile ilgili olarak Penn ve arkadaşlarının yaptıkları
çalışmada kişinin tanımladığı anksiyetenin pozitif belirtileri arttırdığı ancak sosyal
anksiyetenin genel olarak negatif belirtilerde artışa neden olduğu bildirilmiştir(61).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
38/90
38
Obsesif kompulsif belirtilerin paranoid ve ayrışmamış şizofreni alt tiplerinde daha fazla
görüldüğünü bildiren çalışmalar bulunmaktadır(69,80). Fenton ve arkadaşlarının yaptıkları
çalışmada, obsesif-kompusif belirtilerin şizofreni için kötü gidiş belirleyicisi olabileceği
belirtilmiştir, aynı çalışmada obsesif-kompusif belirtileri olan hastalarda işsizlik, hastaneye yatış
oranı daha fazla ve işlevsellik daha kötü bulunmuştur(52).
Chen ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada, yatarak izlenen şizofreni hastalarında, panik
atakların düşmanlık ve öfke nöbetlerini arttırdığı bildirilmiştir(58).
Şizofrenide depresyonun görülme sıklığı %7 ile 75 (ortalama %25) arasında bildirilmiştir(7 ,
86 ). Bir çalışmada depresif belirtilerin % 38 şizofreni belirtileri ile birlikte, %33 hastalık öncesi
ve ilk atak döneminde, % 29 ise süregen dönemde görüldüğü belirtilmiştir(88). 2007’de ilk
psikotik atağı olan 219 hastada yapılan bir çalışmada hastalık öncesi belirtilerin %61.5’inin
depresif belirti olduğu saptanmıştır(89).
İki farklı çalışmada obsesif kompulsif belirti gösteren şizofreni hastalarının daha fazla
depresif belirti gösterdikleri bildirilmiştir(78,90). Ülkemizde yapılan bir çalışmada, panik
belirtileri olan şizofreni hastalarında pozitif belirtiler, ekstrapiramidal belirtiler ve depresyonskorları yüksek saptanmıştır(59).
Voges ve arkadaşlarının ilk atak psikoz hastalarında yaptıkları çalışmada sosyal anksiyetenin
depresyon ve negatif belirtiler ile ilişki olduğu bulunmuştur(62).
İntihar ve intihar girişimi şizofrenide genel popülasyona göre anlamlı derecede yüksek oranda
ortaya çıkmaktadır. İzlem çalışmaları ile şizofreni hastalarının %10-13’ünde temel ölüm
nedeninin intihar olduğu belirlenmiştir(91,92
Goodwin ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada panik bozukluğu veya panik ataklarının
varlığı daha fazla psikiyatrik eştanı, artmış intihar fikirleri, daha fazla aile psikopatolojisi, kötü
rehabilitasyon sonuçları ve yaşam kalitesi ile ilgili bulunmuştur( 93,94).
-
8/18/2019 Dr Emine Belene
39/90
39
Pallanti ve arkadaşlarının 80 şizofreni hastasıyla yaptıkları çalışmada; şizofroniye eştanı olarak
sosyal fobisi olan hasta grubunda intihar girişimi sayısı, geçmişte madde kullanımı öyküsü, kötü
sosyal uyum ve yaşam kalitesinde bozulma daha fazla bildirilmiştir(46).
Siris ve arkadaşlarının çalışmasında şizofreni hastalarında yaşam boyu panik bozukluğu veya
panik ataklarının intihar düşüncesini arttırdığını belirtilmiştir( 87). Pallanti ve arkadaşları da
çalışmalarında şizofreni hastalarında sosyal anksiyete bozukluğu eştanısının yaşam boyu intihar
girişimi oranını ve ölümcüllüğünü arttırdığını bildirmişlerdir(46).
Hawgood ve arkadaşlarının çalışmasında, genelleşmiş anksiyete bozukluğu, panik bozuklukve obsesif-kompulsif bozukluk gibi özelleşmiş anksiyete bozukluklarının özellikle bipolar
bozukluk, şizofreni ve travma sonrası stres bozukluğu ile birlikte oldukları durumlarda intihar
eğilimi ile bağımsız olarak ilişkili oldukları belirtilmiştir(95).
Sevinçok ve arkadaşlarının 24 şizofreni-OKB eştanılı ve 33 şizofreni hastasıyla yaptıkları
çalışmada eştanılı hastalarda geçmişte daha fazla intihar düşüncesi ve girişimi öyküsünün olduğu
ve şizofreni-OKB eştanılı hastalardaki intihar girişiminin sadece şizofreni tanılı hastalardan
anlamlı derecede fazla olduğu bildirilmiştir. Aynı çalışmada şizofreni hastalarındaki intihar
girişimlerinin kompulsiyonlarla birlikte olduğu belirtilmiş ve bu çalışma sonucunda şizofreni
hastalarındaki obsesif kompulsif belirtilerin intihar riski için uyarıcı olabileceği belirtilmiştir(96).
Strauss ve arkadaşlarının 165 şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanılı erkek hastada yaptıkları
çalışmada, travma sonrası stres bozukluğu eştanılı hastalarda intihar düşüncesi ve intihar
davranışının daha fazla olduğu, dolayısı ile bu grup hastada intihar riskinin daha yüksek olduğu
bildirilmiştir(97). Şizofrenili hastaların %10 unun intihar nedeniyle öldüğü göz önüne alınırsa buhastalarda eş